İLK KARA LİSTE΄NİN (1987-1996) DERİN NEDENLERİ -III

TARİHTEN BİR YAPRAK
 
– “Cumhuriyet Krallı mı olsun Kralsız mı?” Referandumu
– Referandumdaki kişisel öyküm
 
 
“Cumhuriyet Krallı mı olsun Kralsız mı?” Referandumu
 
Cunta yönetimi Kralsız Cumhuriyet’i ilan etmişti, ancak Cuntanın bütün önemli tasarrufları gibi bu da iptal edildi ve Karamanlis hükümeti “Cumhuriyet Krallı mı olsun Kralsız mı?” sorusuyla yeni bir Referandum yapılacağını açıkladı. Referandum tarihi 8 Aralık 1974. Referandumu %69’la Kralsız Cumhuriyet kazandı.
 
Ancak Azınlık Gümülcine ve İskeçe’de büyük çoğunlukla Kraliyet lehine oy kullanmıştı. Rodop-Gümülcine ili Yunanistan çapında Kraliyet lehine kullanılan oyların %50’yi aştığı (%51) iki ilden biriydi, öbürü Mora’da Arkadia. İskeçe, %46 oy oranıyla Yunanistan’daki 51 ilden Kraliyetin en çok oy aldığı ya 5’inci ya 6’ncı ildi.
 
Azınlığın Kraliyet lehine oy kullanması da Azınlık, Konsolosluk ve Türkiye aleyhindeki kampanyada koz olarak kullanıldı. Başı çeken yine “Hronos” gazetesi ve orada yazan “eklektos sinergatis – gazetenin seçkin kalem arkadaşı” Athanasiadis idi. “Hronos”, bu dönem (ve daima) Azınlık aleyhinde yürütülen kampanyalarda başı çekmiş bir yayın organıdır. Athanasiadis, yaşlı (ve topal) emekli belediye memuru, güçlü bir kalem, yüreği kin dolu, zehir zemberek makaleleriyle “Hronos”ta Azınlık düşmanlığının teorisyenliğini yapıyordu. Bugünkü “Altın Şafak” onun yanında hafif kalır. Üstelik her gün yeni bir provokasyon ve ırkçılık çığırtkanlığıyla her gün karşımıza çıkan yerli bir “Altın Şafak”tı bu. Benim de tepemi çok attırıyordu. Karaiskos olayı bana aynı geleneği devam ettiren onun daha “light” ve ılımlı versiyonunu hatırlatır.
 
Athanasiadis benim çok tepemi attırıyordu. Ve Athanasiadis’e yanıt vermek için Yunanca makale yazmaya 1974’lerde onun yüzünden başladım. Azınlıktan Yunanca siyasî makale yazan genç kuşak temsicilerinin çıkması için 35 yılın geçmesi gerekti.
 
Azınlık, Türkiye ve Konsolosluğun direktiflerine uyarak kasten ve kötülük olsun diye ve Yunan düşmanlığı duygularıyla Kraliyet lehine oy kullanmıştı, zira Kraliyet, Yunanistan’ın ayağına köstek olan, çağdaşlaşmasını ve gelişmesini engelleyen ve yabancıların ülkeye müdahalesini kolaylaştıran bir rejimdi… Böyle iddialar ortaya atıldı ve Azınlık düşmanlığı üretiminde Azınlığa yıllar boyu kakıldı. Genç kuşak bunları bilmez, öğrenmek istese bile bir yerde kaydını bulamaz.
 
Referandumda Azınlık niye büyük bir çoğunlukla Kraliyete evet oyu vermişti? Anlatayım. Referandum ilan edilince, Kraliyet taraftarları ile anti-monarşistler Yunanistan çapında örgütlenip propagandaya başladılar. Hükümet, yalnızca iki haftalık Referandum öncesi propaganda süresi tanımıştı. Gümülcine’de de anti-monarşistler cılız bir örgütlenmeye gittiler ve yerel anti-monarşist mücadele heyetinin başına demokrat görüşleriyle bilinen avukat Kaçimigas (daha sonra belediye başkanı olmuştur) ile sinir doktoru Petridis (bugünkü belediye başkanının babası) getirilir. Azınlığı dışlamak ve hiçbir yere sokmamak artık millî bir gelenek ve mecburiyet haline gelmiştir ve mücadele heyetine bir tek Türk alınmaz. Monarşistler ise Gümülcine’de mücadele heyeti bile kurmazlar. Kurmuşlarsa, ben böyle bir heyetin faaliyetini hatırlamıyorum, tabii orada da Türk yok.
 
Ama devlet yapısı kralcıdır, en başta polis, emniyet teşkilatı ve köylerdeki karakollar ve ordu. Cunta devrileli 5 ay bile olmamıştır ve Batı Trakya’da hâlâ ayaktadır. Cuntanın başı Papadopulos kral Kostantin ile çatışmış ve onu kovmuş olabilirdi, ama Cunta sapına kadar kralcıydı. Karakollar vasıtasıyla azınlık köylerine Kraliyet lehine oy kullanmaları gerektiği söylenir veya gösterilir. Mücadele Heyeti bu dayatmalardan haberdardır, ama Azınlığa sahip çıkıyor gibi görünmekten korktuğundan ses çıkarmaz. (Kralsız Cumhuriyet lehine seferber olan benim başıma gelenler karşısında bile susmuştur, anlatacağım.)
 
Azınlık içinde Hasan Hatipoğlu, içsavaşta Millî Ordu’da yedek subay olarak görev yaptığı askerlik yıllarından beri yeminli ve tutarlı bir antikomünist ve sol düşmanı ve sadık bir kralcıdır. Sahibi olduğu gazetesi AKIN’ı Kraliyet lehine seferber eder. AKIN, Asım Haliloğlu sayesinde saygın bir yayın organıdır. Azınlığın ikinci gazetesi AZINLIK POSTASI ve sahibi Selahattin Galip demokrattı, ama Referandum konusunda tavır koymamış ve seferber olmamıştı. Selahattin abi basın suçundan Cunta dönemindeki mahkumiyetinin ve aylarca hapis yatışının yol açtığı depresyondan daha kurtulmamıştı. Hatipoğlu, 1967 öncesi Kraliyet döneminde Azınlığın nasıl ayrımlara uğramadan rahat ve huzur içinde yaşadığını hatırlatarak halkı Krallı Cumhuriyete oy vermeye çağrıyordu. Kraliyet ile eski huzurlu günlerin geleceğine işaret ediyordu.
 
Kralsız Cumhuriyet taraftarları bir açıklama çıkararak halkı Kralsız Cumhuriyet lehine oy kullanmaya çağırdılar. Açıklamada demokrat görüşleriyle bilinen Gümülcine’nin önde gelen tüm isimleri vardı, avukatlar, doktorlar, mühendisler, esnaflar. Ama Azınlıktan bir tek isim bile yoktu. O günlerin telaşı içinde bu durum hiç dikkatimi çekmemişti, Referandum sonuçları açıklandıktan ve Azınlık suçlanmaya başladıktan sonra olayla ilgilendim. O sırada Azınlıktan Selanik mezunlarından avukatlık yapmaya yeni başlamış üç (yoksa 4 mü?) isim vardı, bir doktor, bir iki mühendis, yüksek tahsillilerin topu bunlar. Açıklamada hiçbirinin ismini görmemek canımı sıkmıştı. Avukat Sebahattin Emin Salepçi’ye sordum. “-Aga, açıklamayı sen niye imza etmedin?” “-İmza istemeye gelmediler ki. Bizimkilerden kimseden imza istemediler. Avukatlardan imza toplamayı üzerine alan meslektaş Zafiris Mekos. O gün elinde o açıklamayla birer birer avukatları dolaşıp imza topluyor. Benim büroya girmedi tabiî. Büronun önünden geçerken bakışlarımız karşılaşmasın diye başını aksi yöne çevirdi ve elindeki kağıdı koltuk altına sakladı. Çok canım sıkıldı. Ne mi yaptım? Tepki olarak ben de Referandumda Kraliyet lehine oy kullandım.”
 
Aslında aynı soru benim için de geçerliydi. Gümülcinelilerin anti-monarşist beyannamesinde benim imzam niye yoktu? Benden imza istememişlerdi, benim de zaten o beyannameden yayımlandıktan sonra haberim olmuştu. Daha öğrenci olduğum için kendimi küçümsüyordum, ama aslında o beyannamede ilk sırada imzası olması gereken biri varsa, o da bendim. Nedenini aşağıda anlatacağım. O beyannamede benim adımın bile görünmesinden “korkmuşlardı” bizim Gümülcineli demokratlar.
 
 
Referandumdaki kişisel öyküm
 
Cunta düştükten sonra mezuniyet sınavlarımı bırakarak Selanik’ten Trakya’ya gelmiş, burada Gümülcine ve İskeçe’de üç ay boyunca nefes almadan şiddetli bir “siyasî hayat” yaşayıp milletvekili seçimlerinden sonra derslerimin başına dönmüştüm. Birkaç hafta sonra Referandum ilan edildi. Siyasî gelişmeler beni rahat bırakmıyordu (!). Ama Referandum kavgasında faal olarak yer almamaya karar vermiştim, boşladığım derslerimle uğraşacaktım. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Selanik’teki Anti-monarşist Mücadele Merkezine birkaç kez girip çıktım. Arı kovanı gibi çalışıyordu. Hükümet, 15 günlük bir propaganda süresi tanımıştı ve herkes acele ediyordu. En kalabalık ve en faal gurup Pasokçular, onlardan önde gelen birkaç kişiyle tanışıyordum. Atina’dan “anti-monarşist materyel” gelmiş, afişler, feyvolanlar, sloganlar, posterler vs, onları taşraya ulaştırmak ve bölüştürmek gerek. Gümülcine’ye ait olanları kim götürecek? Yıllar 1974, olanaklar sınırlı.
 
Kimse çıkmayınca çöp bana düştü. Dört büyük karton kutu, bir gece onları bir taksiye yükledim, tren merkezine ve oradan trenle Gümülcine’ye. Tren Gümülcine’ye sabah karanlığında varıyordu, biraz bekledim ve kutuları yeniden bir taksiye yükleyerek doktor Petridis’in evine. Petridis’in evi şimdi BAKEŞ’in kaldığı apartmandaydı, adamcağızı uykudan uyandırmışım, beni pijamalarla karşıladı. Kutuları ona teslim ettim.
 
Referandum gününe kadar, zaten bir hafta kalmıştı, Gümülcine’nin merkezini ve şehir meydanını Selanik’ten getirdiğim afiş ve posterlerle donattık. İki kişi, ben ve Vasil Fetvaçidis, ikimiz de üniversite öğrencisi. PASOK’un kalabalık öğrenci grubu bu kez okullarını terkedip gelmemişti. Ben fırsat buldukça Türk mahallelerine de, özellikle kendi mahallem Kırmahalle’ye de afiş yapıştırıyordum. Geceleyin afişleri Asfalya’nın–Emniyet’in adamları gelip yırtıyormuş, görenler söylediler. Mücadele Heyetine bildirdim, oralı olmadılar. Besbelli Azınlığa sahip çıkıyor görünmekten korktukları için.
 
Bu bir hafta içinde ben üç kez Referandumla bağlantılı olarak Emniyet’e–Asfalya’ya davet edildim, ehten püften nedenlerle, belki nazik davrandılar, ama etek altından sopa göstermekti hedefleri. Referandum sürecinde Gümülcine’de bir başkasının Asfalaya’ya çağrıldığını ve kulağının çekildiğini işitmedim. Mücadele Heyeti bu olayı bile kınayamadı.
 
Bir kez de gözaltına alındım. Çukur Kahve önünde milletvekili Sebahattin Galip’le ayaküstü konuşuyorduk, Referandum konusunu. Azınlığın yakından tanıdığı bir emekli subay geldi, aramıza girip gayet kaba bir şekilde sözümüzü keserek Sebahattin abiye “hesap sormaya” başladı: “-Kiriye Sebahedin, tı akusa, bir köye gitmişsiniz”, köyün adını da söyledi, “orada insanları Kralsız Cumhuriyete oy kullanmaları için teşvik etmişsiniz. Kulaklarıma inanamadım, olamaz dedim.” Emekli ve yaşlı subayın cüreti karşısında ağzım açık kaldı, öteden beri Kraliyet aleyhtarı olan ve şimdi Kralsız Cumhuriyet lehinde tavır almış Merkez Birliği partisinin bir milletvekiline hesap soruyordu. “-Partim Kralsız Cumhuriyet lehinde tavır aldı, kir Kosta, bilmiyor musun?” dedi Sebahattin abi. Bu bizim konuşmamızı kesen terbiyesiz herif karşısında dayanamadım: “-Hey hâlâ Kraliyet diyen insanlar mı varmış! Ne hayır gelmiş ki Kraliyet rejiminden bu ülkeye!…” Gözleri fal taşı gibi açıldı emekli subayın. Bana dönüp, “-Sana şimdi bir tane patlatırsam!” diye cevap verdi. Elimde içi “anti-monarşist materyel” dolu büyükçe ve ağırca bir çanta vardı, okul çantam, onu göstererek kaldırdım, “-Sıkarsa, ha dokun be moruk!” dedim, “Bu çantayı kafanda parçalamazsam!”… Emekli subay beklemediği bu tepki karşısında birkaç saniye donup kaldı. O sırada karşıdan İoaninon sokağından üç polis geçiyordu, biri rütbeli, onlara seslendi: “-Organa, bu şahıs beni tehdit ediyor. Çantasında silah mı ne var.” Polisler subayı tanıyor, koşarak geldiler. Beni de tanıyorlar, damgalı eşek gibiyim. “-O beni tehdit etti, ben de cevap verdim.” dedimse de, dinlemiyeceklerini biliyordum, hiç üstelemedim, paldır küldür üç polis refakatinde Çukur Kahve önünden ve bizim milletin şaşkın ve korkak bakışları altında karakolun yolunu tuttuk. Silah taşıyor muyum diye üstümü arayacaklardı. Bahane. Aslında yapmak istedikleri “kabadayı” bir azınlık üyesine göz daği vermekti. Karakol daha Naimler’in binasındaydı. Orada yüksek sesle alışılmış sorular soruldu, ve okul çantam büyük bir dikkatle bir masanın üzerine boşaltıldı, içinde silah aranıyordu. İçinden çıkanlar sadece kağıt, krallık aleyhtarı afişler, açıklamalar, posterler. Kralcı aynasızın bunları birer birer incelerken yüzündeki ifade görülmeye değerdi. Hele küçük bir çocuğu kralın tacına işerken gösteren o ünlü çizgi resim var ya. “-O yaşlı kişiyi beni tehdit etti diye ben de ihbar ettim. Ama benim ihbarımı hiç duymamazlıktan geldiniz.” diye sözde şikayet ettim. “-O yaşlı dediğin kişi bir emekli subay. Bu vatana ordu saflarında hizmet etmiş biri. Onun normal bir vatandaştan daha çok saygı görmesi gerekmez mi?” Cuntacı ve kralcı bir militaristten daha iyi bir cevap beklemiyordum.
 
Karakolda birkaç saat tuttular, salmıyorlar. Sabrım tükenmeden avukat Kaçimigas geldi, Mücadele Heyetinin iki başkanından biri, haber etmişler, beni karakoldan o çıkardı. Heyet bu olayı bile kınayamadı.
 
Azınlık, işte bu koşullar altında Kraliyet lehinde oy kullandı. Azınlığa Kraliyet lehinde oy kullanması için dayatan ve baskı yapan bir devlet mekanizması varsa, bu Türkiye değil, Yunanistan idi.  
 
Gelecek IV. yazıda
Nisan 1975 Gümülcine belediye seçimleri
Belediye seçimlerine kişisel katılımım
Belediye başkanı Stoyanidis hakkında birkaç söz
 
 

google-news Ακολουθήστε το paratiritis-news.gr στο Google News και μάθετε πρώτοι όλες τις ειδήσεις.