Referandumun Sonu

Erdoğan ve şürekasının, insanlar üzerinden rant hırsı, tıpkı doğa üzerinden rant hırsı ile benzeşmektedir. Önüne gelen her şeyi asıp kesmekte, cezalandırmakta, rantının, hırsının ve çıkarının gerektiği gibi davranmaktadır. Bütün bunları yaparken de ne doğa ve ekoloji yasaları, ne insan hak ve hukuku, ne de evrensel beyannameleri önemsemektedir.

Bu yazının başlığını, “AKP’nin ve büyük paşası Erdoğan’ın sonu” olarak yazacaktım; ancak elim ve gönlüm bir türlü elvermedi. Malum yanımız, şu an için referandum ölçekli atıyor. Referandumla yatıyor, referandumla kalkıyoruz ülke olarak. Bu salt Türkiye düzleminde değil, neredeyse tüm dünya ölçeğinde yaşanan bir hadise. “Türkiye ve Referandum”. Sağolsun varolsun bunda da AKP'nin payı yadsınamaz. AKP, yeni anayasa taslağı ile kendine özgü kıvrımlı politikalarıyla hem iç siyaset alanında, hem de dış siyaset alanında kozlarını en ince ayrıntısıyla ustaca oynuyor. Bunu yaparken de başvurduğu demagojik yaklaşımlardan da bir türlü vazgeçmiyor. Zaten vazgeçmeye de niyetinin olmadığını, geçen tarihsel düzlemde hep birlikte gördük. 

Bilindik yeni paradigma “dış düşmanlar” / AKP’nin yeni “derinlikli” dış politika silahı 

Geçtiğimiz haftalarda AKP’nin, Avrupa siyasal arenasında çok konuşulan, kendince yine yeniden bir mağduriyet iklimi yaratma gayesi, AKP için referandum odaklı bir avantaj idi. AKP’nin, bu şansını, küresel rüzgârın kendisine uygun olmadığı iklimde başarmak istemesi ve pek etkili olamaması, AKP’ye, diğer diktatoryal yönetimlerin sıklıkla başvurduğu “dış düşmanlar” paradigmasını tekrar etme ve AKP’nin, bu paradigmaya sarılma imkanını yurt sathında verdi.
 
Belki de istenen, amaçlanan bu idi. Bu durum AKP için, tam manada yeni bir mağduriyet iklimi yaratıp “dış düşmanlar” algısını seçimlerde koz olarak kullanma politikasıydı. Dahası dış konjonktürde ters tepen bu mağduriyet ve eziklik rüzgârı, dönüp dolaşıp AKP’nin ve Erdoğan’ın her defasında dünya kamuoyuna lütuf olarak sunduğu göçmenler meselesine, daha doğrusu Erdoğan’ın kullanmaktan çekinmediği kozuna, döndü dolaştı ve geldi.
 
Erdoğan ve AKP’si, hem iç, hem de dış kamuoyunda, göçmenler üzerinden kendine itibar sağlamaya çalışmakta, hem de bu dramatik konuyu adeta bir tehdit ve bir pazarlık unsuru olarak kullanmaktadır. Zaten bu durum AKP’nin güncel siyaset diline her zor durumda yansımaktadır. Dahası Erdoğan ve AKP’si dış düşman olarak gördüğü ve bugünlerde sorun yaşadığı Avrupa’ya haddini bildirmek için geçmişte yapmış olduğu insanlık tarihinin en acı anlaşmalarından vazgeçerek göçmenleri, Avrupa’ya “Açarım kapıları bak!” diyerek kendi politik çıkarları için kullanmaktadır. Böylelikle göçmenler üzerinden Avrupa’ya gözdağı vermektedir. 

Neye niyet, neye kısmet: islamofobiden nasiplenen OHAL’li AKP ve Erdoğan rejimi 

Kuşkusuz AKP’nin bu politikalarının, Avrupa’daki ırkçıların işine yaradığını görmek için müneccim olmaya gerek yoktur. Artan, arttırılan islamofobiden nasiplenen AKP ve Erdoğan rejimi için bunun da fazlaca bir önemi yoktur. Onlar için varsa yoksa sultalarının devamı, kendi istikrarlarının halklar üzerindeki istikrarsızlığıdır.
Aynı AKP, göçmenler üzerinden iç politikayı da kızıştırarak referandum kıskacındaki halkları birbirine düşman etmekte dahi beis görmemektedir. AKP için referandum adeta bir siyasal güç gösterme yarışıdır. AKP’nin yerel siyasette yapmak istediği politika, dış dünyada olduğu gibi yine ırkçıların, göçmen karşıtlarının işine gelmektedir. AKP bunu da, barış isteyenleri kendine rakip olarak görerek, kendinden olmayanları devredışı bırakarak yapmaktadır.
 
Erdoğan ve şürekasının, insanlar üzerinden rant hırsı, tıpkı doğa üzerinden rant hırsı ile benzeşmektedir. Önüne gelen her şeyi asıp kesmekte, cezalandırmakta, rantının, hırsının ve çıkarının gerektiği gibi davranmaktadır. Bütün bunları yaparken de ne doğa ve ekoloji yasaları, ne insan hak ve hukuku, ne de evrensel beyannameleri önemsemektedir. Kuşkusuz bütün bunları düşündüğümüzde, Erdoğan ve şürekasının en temel insan hak ve hukukundan nasibini almamış yönetenler olduğu gerçeği karşımızda durmaktadır. Böylesi bir zihniyete sahip yönetimin, oluşturduğu anayasa taslağı ve bu anayasa taslağı üzerinden demokrasi tahayyülü ise tek kelime ile trajedidir.
 
Bütün bu savları, bugün söylemek ne kadar zor ise yarın, tarihsel düzlemde yaşananları analiz ettiğimizde söylemek bir o kadar kolay olacak. Tam da bu noktada, Referandumun bir başlangıç mı, yoksa sonun başlangıcı mı olduğunu iddia etmeden önce, AKP ve rejimi, kendi eski ortakları tarafından organize edilen 15 Temmuz lanet cunta girişimi sonucunda, ve bunu izleyen günlerden bugüne değin büyük bir ustalıkla AKP, kendi egemenliğini sağlamlaştırma organizasyonuna girişmiştir. AKP bu lanet darbe girişiminden kurtulmanın sevincini ve acısını demokratik alanı geniş tutacak yapılanmalara fırsat vermek yerine, OHAL’li bir şekilde meclisteki ve kendinden olmayan ne kadar demokrat çevre varsa üzerlerine giderek, kendi eski ortaklarının yaptığı darbeyi ve darbenin etkilerini AKP’ye yakışır türden bertaraf etme çabasındadır. Kısaca eski ortaklar arasındaki kavga, ortak düşmanlar üzerinden sürdürülmektedir. Bu açıdan barış yanlısı akademisyenler üzerindeki baskının arttırılmasına, milletvekillerinin cezaevlerine doldurulmasına şaşmamak gerek. Bu vesile ile KHK’li ve OHAL’li AKP rejiminin, tek adam hevesi her şeye hakim olma arzusu sebebiyle AKP ve rejiminin her demokratik yolu tıkaması iktidarın uluslarası kamuoyunda diktatoryal bir rejime evrildiği konusunda her gün biraz daha şüpheleri üzerine çekmektedir. Zaten AKP rejimini kuranlar ve kurgulayanların ve hatta parlamento içinde dışında, bu rejime muhalif olan neredeyse tüm siyasal partilerin dahi, AKP’nin demokratik bir yola devrileceği fikri ve hayali dahi kalmamıştır. Kendi ordusuna, kendi polisine kendi yargısına ve ülkeye ait ne varsa her şeye hakim olan, olmaya çabalayan, bu hususta da başarılı olan AKP rejimi, son kertede tek adam sultasına gidecek kadar, tüm muhalifleri yok edecek kadar pervasız bir özgüven içindedir. Bu vesile ile referandum bir tiyatronun son perdesi mi, başlangıç perdesi mi olduğu belli değildir. Bu absürd tiyatro oyununun tarihin derinlikli analizlerinde, ilerleyen yıllarda karşımıza ne türlü bir deneyim olarak çıkacağını belki yıllar sonra göreceğiz. Çünkü tarihten biliyoruz ki, tüm dikta rejimlerinin akıbeti pek mutlu sonla bitmemiştir. Bu açıdan kendine göre ve tarihine göre şanslı diktatör Franco’yu hariç tutarsak, Erdoğan ve AKP diktasının, akıbetininin diğer dikta rejimleriyle benzer kaderi paylaşacağını düşünebiliriz. Hele ki uzantısını ve referansını Osmanlı tarihsel arketiplerden alan Ortadoğu merkezli bakış açılı bir diktatoryal hevesten söz ediyorsak eğer. 

AKP’nin mevcut insanlık karnesi ve olası mülteci gardı 

OHAL’li AKP rejimi, zalimliğini şu günlerde başta Türkiye olmak üzere tüm dünyaya hissettirirken, elinde olan kozları en ince ayrıntısıyla kullanmayı da bir meziyet olarak ustalıkla işlemektedir. OHAL’li AKP rejimi, tarihte ve günümüzde ne kadar istismar alanı varsa hepsini teker teker kullanmaktadır. Bu bazen çevre ülkelerdeki Türk(iye) kökenli azınlıklar olmaktadır. Bazen de geçmişte vukuu bulmuş insani meseleler ve dramlar olmaktadır. Kuşkusuz bu kozlardan en önemlisi de mültecilerdir. Mülteciler üzerinden dünyayı tehdit eden AKP’nin, başta Roboski’deki, Gezi’deki ve Soma’daki, iktidar olmaktan kaynaklı başat sorumluluğu dış politik arena olarak da Suriye savaşındaki, yangını körükleyen “derinlikli” ve ikircikli tavrı ile AKP’nin insanlık ve vicdan karnesi oldukça zayıftır. AKP rejimi, mevcut bu insanlık karnesiyle insanlığın vicdanında yargılanacak mıdır? Yoksa tarihsel deneyimlerden yola çıkarak mevcut insanlık karnesiyle AKP rejimi, mülteciler üzerinden yeni demagojik bir manevra alanı yaratıp bu insani mesele üzerinden kendine dokunulmazlık zırhı örüp bunun arkasına saklanıp mültecileri kendi siyasi/öznel hedefleri ve çıkarları doğrultusunda kalkan yapıp vicdanlardaki mahkemelerden aklanıp veya kurtulup kaçacak mıdır? Bu sorunun yanıtını hep birlikte ilerleyen yıllarda göreceğiz.

google-news Ακολουθήστε το paratiritis-news.gr στο Google News και μάθετε πρώτοι όλες τις ειδήσεις.