Kendi uydurduğun yalana inanmak…

Bizim azınlıkla ilgili tarihî konular ne zaman gündeme gelse, çok gülerim…
Çünkü azınlık içerisinde “önde götürülen” tayfanın tarihî konuları çarpıtarak, kendi (daha doğrusu kendilerini besleyenlerin) istedikleri doğrultuda hallaç pamuğuna çevirmeleri, bana bir dostumu anımsatır:
Çakırkeyfin bir doz ötesine geçtiği bir gecede, şu müthiş itirafta bulunan dostumu:
–          Çocuklar, kadınları kendinize âşık etmek istiyorsanız, onlara yalan söyleyin. Bakın bana; o kadar çok yalan söylüyorum ki, sonunda söylediğim yalana kendim bile inanıyorum…
*
Bizimkiler de, özellikle 29 Ocak günleri kendilerine verilen mikrofonlardan öyle yalanlar “sallıyorlar” ki, sonunda bunlara kendileri de inanıyorlar.
Bunların en “kuyruklusu” da, 29 Ocak 1988 mitingi kararının ne zaman alındığıyla ilgili…
Azınlık içerisindeki “kara liste”li “hain”lerin gerçekleştirdiği 26 Ocak mitinginin başarıya ulaşması ve AA’nın verilerine göre 4-5 bin kişi toplaması sonrası, 27 Ocak günü, 29 Ocak için eylem çağrısında bulunduklarını söyle(ye)miyorlar…
Üstüne üstlük, bir de 26 Ocak mitinginin “29 Ocak mitingini engellemek için” yapıldığı iftirasını atıyorlar…
(Öyle ya; onca “millî kahraman/besleme” varken, Türk kelimesinin yasaklanmasına ilk protestonun “karalisteli/hain”lerden gelmesi olacak iş mi!)
*
Uydurdukları bir diğer yalan ise, 29 Ocak 1988 mitinginde kimin ne kahramanlık yaptığıyla ilgili…
Mitingin kenarından-kıyısından geçmemiş olanlara “pay” ikram ediliyor, en arka saflardan birkaç dakikalığına geçmiş birkaç “besleme”, eylemin en ön safında gösterilmeye; eylemde başrolü oynayan halk ikinci plâna itilmeye çalışılıyor.
Bunun en tipik örneklerinden birisi de, 29 Ocak 1988 eyleminde “öncü rol” oynayanlar arasında Sadık Ahmet’in de gösterilmesi…
Şimdi soruyorum:
– O eylemden, Sadık Ahmet’in tek bir fotoğrafını gösterebilir misiniz? 29 Ocak 1988’de Sadık Ahmet neredeydi?..
*
Şimdi böyle sorunca, “beslemeler” tarafından gelecek karşı-soruyu biliyorum:
–          Sen orada mıydın da, biliyorsun? Sen neredeydin?
Hemen cevap vereyim:
–          Hayır; ben orada değildim, çünkü henüz doğmamıştım. Ancak gerek gazeteciliğe ve tarihe olan merakım, gerekse sosyalist olmamın bana verdiği “tavır alınacak konuları iyi irdeleme ve iyi analiz etme” sorumluluğum vesilesiyle, o günün gazetelerini/dergilerini epey iyi araştırdım, o mitinge katılan nice insanla konuştum, o güne ait nice fotoğrafa ulaştım….
… ve doğal olarak yalanınızın tekerine “çomak” sokuyorum!
*
Tüm bunları yazarken, “beslemeler”le veya Sadık Ahmet’le bir sorunum olduğu düşünülmesin…
Benim sorunum, tüm bu tarih “plastografema”sı (yalanlarla yeniden yazılması) ile “uyu(ş)tu(ru)lmaya” çalışılan insanların, bilhassa da gençlerin, bu safsataları hiç merak etmeyip, araştırmayıp, kendilerine anlatıldığı şekliyle benimsemesiyle…
“Beslemeler”, “At yalanı, seveyim inananı” felsefesiyle, işlerini yapıyorlar…
Bu onların işi, görevi. Onlarda ahlâk olmadığından, ahlâkî/vicdanî bir rahatsızlıkları da yok.
Peki ya ahlâkî/vicdanî sorumlulukları olduğunu iddia eden, demokrasiden, özgürlüklerden, adaletten, gerçeklerden söz eden insanlar niye susuyorlar?
*
29 Ocak 1988 ayaklanması, bir halk ayaklanmasıdır.
Yıllarca süregelen çeşitli baskıların üstüne, adında “Türk” kelimesi geçen derneklerin tabelalarının sökülerek kapatılması “bardağı taşıran son damla” olmuştur ve “çakılan en ufak bir kıvılcım”la insanımız sokaklara dökülmüştür…
Bu tarz kitlesel eylemlerde genelde şöyle olur:
Ya örgütlü devrimci bir parti/örgüt (veya bahsekonu durumdaki gibi küçük topluluklarda örgütlü devrimci bir grup) sokağa çıkanları mücadelenin boyutlarını genişletmeye, onları kendi fikirlerine kazanmaya ve ufuklarını açmaya, taleplerin kazanılmasına götürür…
… ya da cilâlı laflar eden bir/birkaç boşbağaz, o eylemcileri peş(ler)ine takarak sistemle/devletle uzlaşı içinde hareketi söndürür(ler), eylemcilerin “gazını alarak” evlerine dönmelerini sağlar…
Bizim durumumuzda ikincisi olmuştur.
O eylemdeki talepler gerçekleşmemiş, hareket sönmüş, bir avuç “besleme” ise 29 yıldır, çeşitli postlarda ceplerini doldurarak, bunun “parsa”sını toplamaktadır.
Okumayan, araştırmayan, “mutlak hakikat”i kabûl edenlere ise, bu yalanın pisliğinde boğulmak, “dikme”leri alkışlamak, kendi kendini “gaza getirerek” Türk(çü)lük martavalları okumak kalır!
O yüzden, gerçeğin inatçı olduğuna inanan, “mutlak hakikat”lerle problemi olan insanların bir an önce ortak bir platformda örgütlenmeleri hiç olmadığı kadar gereklidir.
 

 

google-news Ακολουθήστε το paratiritis-news.gr στο Google News και μάθετε πρώτοι όλες τις ειδήσεις.