İLK KARA LİSTE’NİN (1987-1996) DERİN NEDENLERİ -XVIII

Ο Παρατηρητής της πολυφωνίας

TARİHTEN BİR YAPRAK 
 
Sadık Ahmet'e “mavi boncuk” ne zaman verildi?
 
18 Haziran 1989 Operasyonu için hazırlıkların çok erken, daha 1984’te başladığına dair işaretler var. Hazırlıklar uzun, çok yönlü, çok çabalı, çok kişili, çok ülkeli olmuştur.
 
1987 sonları idi, Selanik’ten memlekete geldiğim bir gün bir grup arkadaş platiyada volta atıyorduk, ilk kez orada onlardan işittim, Sadık Ahmet önümüzdeki seçimlerde bağımsız aday olacağını söylemeye başlamış. Seçimlerin ne zaman yapılacağı belli değil, normal olarak daha iki sene vardı.  Ama Sadık Ahmet’e Derin Devlet tarafından “mavi boncuk” daha o zaman, yani 1987 yılının sonlarına doğru verilmiş olmalı, Gümülcine’de bağımız adaylığın simgesi Sebahattin Galip’in ölümünden sonra (9.9.1987). Sonunda seçimlerin 18 Haziran 1989 tarihinde yapılacağı ilan edildi.
 
Tabiî o zaman bu işin altında Derin Devlet’in olduğunu kimse bilmiyordu, ama Sadık’ın kendisi ve az sayıda daha birkaç kişi biliyordu. Ondan sonra Türkiye bunu yavaş yavaş, önce dolaylı yollardan, sonra seçimler yaklaştıkça açıkça ilan edecek ve artık herkes öğrenecekti. Resmî bir hükümet açıklaması belki hiçbir zaman çıkarılmadı. Ancak bunu ilan etmenin başka yolları da vardı. 18 Haziran 1989 seçimlerinde Ana Vatan Azınlığa “Sadık Ahmet’e oy veriniz ve onu milletvekili seçiniz” diye emir veriyordu. Yalnız o değil, “Onu ben size lider tayin ettim, ona biat ediniz, onun peşinden gidiniz, onun peşinden gitmek benim peşimden gitmektir.” diye ekliyordu. 
 
Αzınlık-Türkiye ilişkilerinde bizim teorimiz
 
Biz ise, belki kısa ama özlü bir azınlıksal yaşam deneyiminden sonra (7 yıllık Cunta dönemi, Türkiye’nin Kıbrıs harekatıyla devrilen Cunta’nın ardından bir yıl süren terör dönemi ve Azınlık aleyhinde şiddetlenerek devam eden Büyük Kovma), şöyle bir teoriyle donanmış bulunuyorduk:
 
Türkiye, BT Türk Azınlığının koruyucusu ve destekçisidir, bu çerçevede Azınlığın çiğnenen haklarını savunur. Ancak Azınlık, sürekli gerginlik geçiren Yunan-Türk ilişkilerinin de mağdurudur. Gerginlik artınca veya yeni bir kriz ortaya çıkınca Azınlığa saldırılar başlamakta ve baskılar artmaktadır. Buna göre Azınlık, elinden geldiğince, Türk-Yunan ilişkilerinin iyileşmesine ve kendisi yüzünden ilişkilerde gerginlik yaşanmamasına özen gösterir. Azınlık, 1965’ten beri gittikçe şiddetlenen baskı ve ayrımlara karşı kendi mücadelesini örgütler ve yönetir. Türkiye, bu mücadelede Azınlığa destek çıkar ve yardım eder. Ancak bu destek ve yardım, ve Türkiye ile işbirliği, asla bir müdahale ve yönlendirme-manipülasyon şeklini almaz. Aksi takdirde, bu manipülasyon iki ülke arasındaki ilişkilerde gerginliğe yol açmasından başka azınlık düşmanlığını körükleyecek ve Azınlığa yapılan saldırı ve baskıları da artıracaktır. Türkiye Azınlıktaki seçimlere müdahale etmez, ister dernek seçimleri olsun, ister yerel yönetim ve milletvekili seçimleri olsun. Seçimlerde taraflar arasında eşit mesafede durur, taraf tutmaz. Seçimlerde ortaya çıkan azınlık iradesine saygılı davranır. Türkiye’nin Azınlıktaki her çeşit seçimlere karşı ilgisi, asla bir müdahale ve yönlendirmeye-manipülasyona dönüşmez. Hassas bir süreç olan seçimlerde bu gibi izlenimlerin uyanmaması için özen gösterir. Türkiye, azınlık düşmanlığının eline “Azınlık Türkiye’nin organıdır” gibi bir koz vermemek için özen gösterir. Türkiye, Azınlık üzerinde sahip olduğu nüfuzu sömürmeye yönelik demagojilere müsaade etmez.
 
“Batı Trakya misakı millî sınırları içindedir, bir gün Türkiye onu ilhak edecektir, onun için hepimiz Türkiye’nin askerleriyiz” gibi saçmalıklara ve kurtarılmamışlık görüşlerine kesinlikle karşıydık.
 
Bu teorik konum, bizim için “malumun ilanı”, “aftonoito” bir şeydi. Türkiye’nin bu konuma ters düşen bir politika izleyeceğini düşünmüyorduk, düşünmek istemiyorduk. Bununla, yalnız Azınlık değil, Türkiye de korunuyor inancındaydık. Onun için 1980’den itibaren Türkiye’nin Yunan Cuntası sonrası yeni azınlık politikası kendini göstermeye başladığında yukarıda tarif ettiğimiz çerçeveyi aşan gelişmeleri uzunca bir süre görmüyorduk, görmek istemediğimiz için, ve yorumlamaya cesaret edemediğimiz için. Ancak Türkiye’nin müdahaleciliği, yönlendiriciliği, cezalandırıcılığı, insan ayırıp kayırmaları, azınlık insanının özel yaşamına müdahaleleri, Azınlığa saygısızlığı kendini gösterdikçe bu politikalarla çatışmak kaçınılmaz bir hal alıyordu.
 
Bundan birkaç yıl önce görevini tamamlayıp Gümülcine’den ayrılan bir başkonsolosun “Şimdi beni hiç çekinmeden ve korkmadan özgürce eleştir” diye üsteleyip sonunda ikna ettiği Batıtrakyalının gözlemi: “Azınlığı dört yıl boyunca bir sömürge valisi gibi yöenettin.” Ben, o konsolosun istisna teşkil etmediğini ve konsolosların içinde en kötüsü olmadığını ilave etmekle yetineyim.
 
Ben kendi açımdan 18 Haziran Operasyonu’na kadar ikilem içinde boğuşarak tepki vermedim. Zaten dört yıldan çok memleketin uzağındaydım. İhtisasımı bitirdim, memlekete döneceğim, 18 Haziran patlak verdi. 18 Haziran Operasyonu’nun Azınlığı kullanmaktan ibaret büyük bir skandal olduğunu biraz geç anlamış olsak ta, o olaydan sonra artık bu politikayla savaşmak farz olmuştu.    
 
Tanrı (Ana Vatan), onun peygamberi (Sadık Ahmet) ve iman eden kullar (Azınlık)
 
18 Haziran’da dayatılan olayı Orta Doğu’da ortaya çıkmış semavî dinlerdeki tanrı, peygamber ve iman edenler hiyerarşisine benzetirim. Tanrı (Ana Vatan), biz iman eden kullarına (Azınlığa) bir peygamber (Sadık Ahmet) gönderiyor ve bizi ikna etmesi için ona mucize yaratma yetkisi veriyordu. Sadık’ın bir mucizesi: “Öte’de o solcuların ayaklarını kırdırtacağım!”, 18 Haziran seçimlerinde Narlıköy’de yaptığı konuşmadan, besbelli ilhamını o köyle ilişkili olan Azınlığın “ünlü solcularından” Nazif Ferhat’tan alarak. Bir başka mucizesi, yine köylerdeki propaganda konuşmalarında söylediği: “Bana oy vermeyenleri sınırda MİT arabası bekliyor!”…
 
(Bazı kişiler benim bu son ifşaatımın gerçek olamayacağını, Sadık’ın bile böyle bir söz sarfetmiş olamayacağını söylemişlerdir, besbelli onu iyi tanımadıkları için. Tabiî bu “MİT arabası” tehditini, ben ondan kendi kulaklarımla işitmedim. Bana bunu 1996’da ilk söyleyen, çoktan rahmetli olduğu için, artık ifşa edebilirim, Selahattin Galip’tir. Selahattin abiyi tanıyanlar, onun böyle ağır bir sözü doğruluğundan emin olmadan telaffuz etmeyeceğini bilirler. Yine bilirler ki, Selahattin abi bu tehditin söylenip söylenmediğini doğrulayacak kadar da içerliklidir. Ayrıca burada hâlâ hayatta olan görgü şahitleri de var.)
 
Benim kendi şahit olduğum bir başka mucizesini de aktarayım. Şapçı’daki konuşmasında “Yunanistan’ı dize getireceğiz!” diye haykırıyordu. Tanrı ona mucizevî bir güç vermemiş olsaydı Yunanistan’a böyle meydan okuyabilir miydi? “Ey Yunanistan, seni dize getireceğim ve süründüreceğim!”, hani sen de devlet olsan, savaşta bile düşman devlete söylenmeyecek bir söz bu (!). 
 
Bağımsız adaylık şartı
 
O gün pareyada konuyu açan arkadaş küçümseyici bir tavırla konuşuyordu, “Neyine güvenerek aday olacakmış, hem de bağımsız” gibilerden. O gün dört kişilik pareyada hepimiz Sadık’ı iyi tanıyan kişileriz, en iyi tanıyanı ben. Onun bu son günlerde dile getirmeye başladığı hevesiyle alay edildi, “ağzına burnuna bulaştırır” diye.
 
Bağımsız adaylık ve bağımsız liste, bir önceki 1985 seçimlerinde zait usulü kaldırılarak yerine getirilen liste usulüne karşı partilerin azınlık adaylarını seçilecek sıraya koymaması ihtimaline karşı tartışılmış ve böyle bir durumda tercih edilmesi kararlaştırılmıştı. Ancak partiler iki vilayette de azınlık adaylarını seçilebilecek 2nci sıraya koyunca bu zorunluk ta ortadan kalkmıştı. Buna rağmen Gümülcine’de bir bağımsız aday ve İskeçe’de üç kişilik bir bağımsız liste seçimlere katılmıştı. Bağımsızlar, “usulüne uygun” bir biçimde Koca Kapı tarafından desteklenmiş ve her iki vilayette 11 biner oy almışlardı. Azınlıktaki ılımlı değerlendirmelere göre yeniden liste usulüne dönüldükten sonra bağımsız listeler halinde seçimlere katılmak gereksiz maceracılıktan başka bir şey değildi. Partiler dışında bağımsız adaylıkları destekleyenler, partilerin ve partili azınlık milletvekillerinin azınlık sorunlarının çözümü için uğraşmadıkları tezini savunuyor ve bağımsız milletvekilinin özgür olacağını iddia ediyorlardı. Ama bağımsız milletvekili sorunları dile getirmenin ötesinde onları çözüme kavuşturacak gücü ve erki nereden bulacaktı? Öte yandan hiçbir parti baskısı, bir azınlık milletvekilini insan hakları ihlallerine giren azınlık sorunlarını dile getirmekten menedemezdi 
 
Her yiğitin gönlünde bir arslan
 
Aday olma hevesine ben de hayret ettim, siyasetle ve azınlık mücadelesiyle ciddi şekilde hiçbir zaman ilgilenmemiş ve orada yer almamış bir Sadık; düne kadar “Ben politikadan anlamam. Var mı bana para kazanmak” diye kendini anlatan, doktor olarak sünnetçilikte çok ücret alışını kinik bir şekilde “Bizim millet kazıklamaktan anlar” veya yazılı olarak daha kibar bir şekilde “Aç ayı oynamaz” diye gerekçeleyen ve ihtisas yaparken üstlendiği fonksiyon yüzünden adı “balander”e çıkan bir Sadık şimdi siyasete soyunmak istiyormuş. İlgilenmediği için Yunan Meclisi’nde kaç parti var diye sorsan bilmez. Bunca yıldır bir gazete alıp okuduğunu görmemişimdir. Azınlık sorunları hakkında bir görüş bildirmemiştir, basında bir yazısı çıkmamıştır… Ama her yiğidin gönlünde bir arslan yatarmış derler, Sadık’ın da gönlünde niye bir arslan yatmasın? 
 
İbram Onsunoğlu / Tiken.net

google-news Ακολουθήστε το paratiritis-news.gr στο Google News και μάθετε πρώτοι όλες τις ειδήσεις.