İLK KARA LİSTE’NİN (1987-1996) DERİN NEDENLERİ – XVI

Ο Παρατηρητής της πολυφωνίας

TARİHTEN BİR YAPRAK
 
Bir hatırlatma
Şöyle başlamıştık
18 Haziran operasyonu
 
Bir hatırlatma
 
Başa dönerek, bu yazı dizisini kaleme almaya neden olan gelişmeyi hatırlatalım. 1996’lardan sonra kapandığını sandığımız Kara Liste, aradan 20 yıl geçtikten sonra yeniden Azınlığın karşısına çıktı. Bundan sekiz ay önce bu olayı ilk kınadığımız zaman Türkiye’ye girişine müsaade edilmeyen -sınırdan geri gönderilen 20 kadar azınlık bireyini sayabiliyorduk. Sekiz ay sonra (Mayıs 2018) bu sayının 200’lere ulaştığını öğreniyoruz. İlk Kara Liste dönemindeki sayıya vardık demek. Azınlıkta tarih tekerrür ediyor. Ben eski kuşağın temsilcisi ve ilk Kara Liste’den “sorumlu olarak” size burada o dönemi anlatmaya çalışacağım.
 
Amacım, Türkiye’nin azınlık politikasının düzelmeyen sakat yanlarını göstermek. Ucunda azınlık bireylerini cezalandırmaya kadar varan sakatlıklar. Azınlığın kendine özgü hallerine ve kişiliğine saygı duymayan, huzurunu kaçıran, toplum içine nifak sokan, insan ayırıp kayıran, hafiyeliği öne çıkaran, korku salan, toplumu bölen, yozlaşmasına yol açan politikalar. Nihayetinde Azınlık ile Türkiye ilişkilerini bozan. Bu politikaların kural dışı, yasa dışı ve ayıplanacak olduğu için itiraf edilmeyen hedefleri, Azınlığı kontrol altına almak ve “kullanmak”.
 
“Azınlığa bu kadar masraf yapıyoruz, karşılığını almayalım mı?”
 
“Masrafının karşılığını dayatarak almak istiyorsan, o zaman bırak, masraf ta yapma, istemiyoruz.”
 
Kısa vadede bu politikaların yan etkilerinin çeşitli nedenlerle açıkça ortaya çıkmadığına bakmayın. Böyle devam ederse, orta ve uzun vadede Azınlığın değişimi karşısında Koca Kapı’daki sorumluların ağzı bir karış açık kalacaktır. Şimdi bu ikinci cezalandırma faslında hayatı karartılan bir gencin öfke ve kararlılıkla söylediği sözler kulaklarımda çınlamaktadır. Bir süre sonra Ana Vatan’da durumlar düzelir, giriş yasağın kaldırılır ve yoluna devam edersin dediğimde verdiği cevap: “Aga, benim için Türkiye bitmiştir!”
 
Kendisi için “Türkiye’nin bittiği” bir başka arkadaş ta geçen dönem mağdurlarından, anlatmıştım. Türkiye’ye giriş yasağının sürdüğü 10 yıl boyunca Takım tarafından “şimdi Türkiye’deki mal varlığına da el konulma sırası geldi” diye tehdit ve alay edilen soydaşın, affa uğrayınca ilk yaptığı iş, oradaki tüm taşınmazlarını elden çıkarmak olur. Bu olaya bir anlam veremeyen kızı bunu niye yaptığını sorunca babanın yanıtı: “Türk’e güven olmaz. Yarın ne yapacağını bilemezsin.”
 
Koca Kapı’nın azınlık politikasının sakat yanlarını gösterip düzelmesine katkıda bulunmak istiyorum. Aslında düzelir diye pek bir umut beslediğim yok. Azınlık kendi sorunlarını, kendi örgütlenişini, kendi kaderini Koca Kapı’ya havale etmeyi bırakıp kendi eline almadıkça, kendi iradesini Koca Kapı’ya dayatmadıkça ve bu iş için gerekirse toplu direnişe geçmedikçe. Bu dönüşümün kendiliğinden olmasını beklemeyin, kendiliğinden olmasını beklersek durumlar gittikçe daha da kötüleşecek, şimdilerde daha da kötüleştiği gibi. Zira bu günlerde durumlar, 20 yıl öncesinden daha kötü.
 
Şöyle başlamıştık
 
1987-1996 dönemi, BTT Azınlığı ile Türkiye arasındaki ilişkilerde özel bir yer işgal eder. 10 yıldan çok bir süre, sayısı 200’e ulaşan azınlık bireyine Türkiye’ye giriş yasağı, halk arasında adlandırıldığı biçimiyle Kara Liste, uygulandığı dönemdir. Kara Liste, tabiî, yalnızca o kişiler için Türkiye’ye giriş yasağıyla sınırlı kalmamış, özelde ve genelde beraberinde daha birçok olumsuz sonuçları da getirmiştir. En başta o kişilerin yaşamlarını altüst ederek ve genel olarak Azınlığın toplumsal ve ulusal yaşamında büyük karışıklıklara yol açarak. Zira Azınlığın Türkiye’ye olan bağımlılığı, duygusal ve maddî, sıkıdır ve o dönem daha da sıkıydı. Bu olumsuz sonuçlardan bazıları o kişilerin yaşamlarında 20 yıl sonra bugün bile etkindir.
 
20 yıl önce kapanmış görünen bir yarayı yeniden kaşımaktan gurur duyduğumu söyleyemem. Görev duygusunun baskısı altında bunu yapmak zorunda hissediyorum kendimi, artık 3 yılı dolduruyoruz, Kara Liste uygulaması yeniden başladığı için. Olayı duyurup protesto ederek yaygınlaşmasını engelleriz umuduyla. En başta bunu yapması gereken siyasî önderlerimizdi, azınlık oylarıyla bir koltukta oturanlar, ve dört milletvekilimiz, ama onlar görevden kaçıyorlar. Haksızlığa uğrayanlar da korktuklarından veya utandıklarından ortaya çıkıp olayı duyurmaktan çekiniyorlar, çileyi ve “ayıbı” kendi başlarına aileleriyle birlikte çekmekle yetinerek. Utandığı için ırzına geçildiğini söylemeye ve olayı şikayet etmeye cesaret edemeyen kadınlar gibi. Tıpkı 1987-1996 döneminde olduğu gibi.
 
Azınlığa bu ikinci Kara Liste uygulamasında hiç olmazsa gerekçeler açık. Cezalandırılan kişilere yüklenen suç, Fethullahçılık veya RT Erdoğan’a hakaret. Sınırdan geri döndürülen azınlık bireylerine verilen resmî belgede Türkiye’nin millî güvenliği için tehlikeli diye yazıyor. Bu, teröristlikle suçlanmanın kibarcası.
 
BTT toplumunda Türkiye’deki gibi mezhepçilik-tarikatçılık-dincilik hareketleri yoktur, geçmişte ne ölçüde olmuşsa ve şimdide ne ölçüde varsa Türkiye’den ithaldir, bazen araya Ortadoğu ülkeleri de girer. Fethullahçı hareket de öyleydi. Son dönem bu dinci hareketler azınlık ölçülerine göre en yüksek bir düzeye ulaşmışsa, AKP iktidarı sayesinde olmuştur. Şimdi, bir Batıtrakyalı Fethullah sempatizanı olabilir, çünkü Hizmet’ten iyilik görmüştür, veya bir başka nedenle. Fethullahçı harekete karşı minnet duyguları besleyen birçok Batıtrakyalı bilirim. Ama herhalükarda AKP’nin kendisinin ve hükümet üyelerinin düne kadar yaptıkları gibi Fethullah Gülen’e methiyeler düzen bir Batıtrakyalıya daha rastlamadım. Zira biz o tarikatçı-dinci kültürle yoğrulmamışızdır. Ve bir Batıtrakyalı, bir Anadolulunun olduğu gibi dinci-tarikatçı-Fethullahçı biraz zor olur. AKP dayatması sayesinde korkarım bunları da göreceğiz.
 
Son dönemde RT Erdoğan’da “Fethullah hezeyanı” başgösterdi diye herkes onunla özdeşleşmeye, onun peşinden gitmeye ve onunla birlikte kan davası gütmeye mecbur değil. Hele bir Batıtrakyalı hiç değil. Ve bu hezeyana katılmayanlar Fethullahçı, o halde terörist diye bir mantık işletilemez. Ancak Türkiye’de herkes Erdoğan’ın “Fehullah hezeyanını” benimsemeye mecbur ediliyor. Buna itiraz etmeye cesaret edenler terör örgütü üyesi diye apar topar içeri tıkılıyor. Bilmiyorum, dünya tarihinde böyle kollektif bir psikozun empoze edildiği bir başka ülke ve halk var mıdır. AKP ve Erdoğan, bu toplu psikoza Azınlığı da sokmaya çalışıyorlar. Kabul etmiyoruz.
 
RT Erdoğan’a hakarete gelince; Batıtrakyalı olarak Çipras’ı serbestçe eleştirdiğim (ona hakaret ve küfür ettiğim) kadar kendime Erdoğan’ı da aynı şekilde eleştirme hakkı tanıyorum.
 
Şimdiki ikinci Kara Liste uygulamasında suçlamalar deli saçması da olsa hiç olmazsa belli ve açık. 1987-96 döneminde ilk Kara Liste’de ise suçlamalar belirsizdi, kimse neyle suçlanıp neden cezalandırıldığını bilmiyordu. Kimseyle ilgili hiçbir açıklama yapılmıyordu. Herkes acaba ben nasıl bir suç işledim, hangi hareketimle Koca Kapı’yı kızdırdım veya gücendirdim de cezalandırıldım diye kendi kendini sorguluyordu.
 
Kara Liste, aslında, çok daha büyük bir operasyonun, 18 Haziran 1989 seçimleri operasyonunun bir bölümünden ibaretti. Azınlığın toplumsal ve ulusal yaşamında büyük bir travmatik deneyim olabilir, ama operasyonun küçük bir ayrıntısından başka bir şey değildi.
 
18 Haziran operasyonu
 
Türkiye, Yunanistan’daki 18 Haziran 1989 milletvekili seçimlerinde BTT Azınlığı üzerinde benzeri görülmedik büyük bir operasyona girişti. Azınlıktaki, bir başka deyişle Yunanistan’daki, seçimlere müdahale ettiğini gizleme ihtiyacı hissetmeden, tersine bunu açıkça ve hissettire hissettire yaparak. Gümülcine (Rodop ili) ve İskeçe’de Azınlığa Yunan siyasî partileri dışında bağımsız listeler kurduttu, onları finanse etti. Bu listelerde aday olacak azınlık bireylerini belirledi. Onlara iki ilde propagandalarını yapabilmeleri seçim gazeteleri çıkarttı. Azınlık içinde, Türkiye ve Avrupa’daki azınlık diasporasında bağımsız listeler lehinde yoğun bir kampanya yürüttü. Örneğin, Türkiye medyası, gazete, radyo ve televizyonları, Türk televizyonları o sırada artık Batı Trakya’dan da yoğun bir ilgiyle izlenmeye başlamıştı, haftalar boyu Azınlıktaki seçimler sanki Türkiye genel seçimleriymiş gibi o kadar geniş yer verdi ve bağımsız adayların reklamını yaptı. Aslında empoze edilen aday bir tanesiydi, Sadık Ahmet, diğerleri “saksı” olarak kullanıldı. Partili azınlık adayları görmemezlikten gelinmediği zaman hain ilan edilmek için anıldı. İlk önlemler arasında partili adayların hıyanetini tescillemek üzere onlara ve onların muhtemel taraftarlarına Türkiye’ye giriş yasağı konmuştu. Azınlık seçmeninin bağımsız listelere oy vermesi için her yola başvuruldu, bunlar arasında, Azınlığın “Ana Vatan” olarak Türkiye’ye karşı beslediği sevgi-saygı duygularını sömürmenin ötesinde, Azınlığın Türkiye’ye olan bağımlılığını şantaj olarak kullanmaktan tutun da, Türkiye’ye giriş yasağı ve hain ilan edilme tehditine kadar ve daha beteri. Bu kirli işler, Batı Trakya, Türkiye ve Almanya’da Derin Devlet’in işbirlikçileri Batıtrakyalılar eliyle yürütüldü genellikle.
18 Haziran 1989 seçimlerindeki müdahale ve o müdahale çerçevesinde olup bitenler, yaptırımlar ve ödüllendirilmeler, iletilen mesajlar, dayatılan değerler ve ilkeler, ve terör algısı, kısacası oluşturulan statü, aradan 30 yıl geçtikten sonra bugün de geçerliliğini koruyor. Aynı şiddette bir müdahale bir kez daha belki tekrar etmedi, ama gereği de yoktu. Çünkü bir defa “su yolu” açılmıştı, ve sular artık o yoldan akıyordu, Mustafa Bacaksız’ın bana dediği gibi. Bugün bile Azınlığın seçim davranışını büyük ölçüde 18 Haziran seçimlerine müdahaleyle dayatılmış ve o zamandan beri muhafaza edilen o statü belirler. Azınlık ile Türkiye ilişkilerini de.
 
İbram Onsunoğlu / Tiken.net

google-news Ακολουθήστε το paratiritis-news.gr στο Google News και μάθετε πρώτοι όλες τις ειδήσεις.