İLK KARA LİSTE’NİN (1987-1996) DERİN NEDENLERİ -XII

Ο Παρατηρητής της πολυφωνίας

TARİHTEN BİR YAPRAK

Mehmet Müftüoğlu nasıl aday oldu
 
1985 seçimleri için Müftüoğlu’nun sağcı liberal Y.D. partisinden Rodopi-Gümülcine ilinden 2’nci sırada aday ilan edilmesi herkesi şaşırttı, Takımı da, Koca Kapı’yı da. Ondan böyle bir şey beklemiyorlardı. Zira böyle bir niyeti olduğunu kimseye söylememiş, siyasî ihtirasları olduğunu da göstermemişti. Takımı ve Koca Kapı’yı şaşırttı ve… çatlatıp patlattı.
 
Takım, 1985 başlarında yeni kurulan istişare ve mücadele organı Yüksek Kurul’u tamamen ele geçirmiş, onunla birlikte Azınlıktaki gelişmelere yön verme yetkisine de sahip olmuştu. Ancak örgütlü bir karşı grup yoktu ki Takım’ın içkavgadaki galibiyetinden ve başarısından söz edebilelim. Başlayan azınlık mücadelesi çerçevesinde patlak veren çeşitli olaylarda bunlara öncülük eden ve talimatsız ve özveriyle hareket eden yeni kuşaktan münferit kişiler söz konusuydu. O kadar. Bu kişiler, zamanla, fikir ve taktik çatışması ve içkavga sandıkları şeyin gerçekte Türkiye ile çatışma olduğunu anlar anlamaz mücadele etmeyi terkedip köşelerine çekilecek veya “teslim olup” Takım’ın peşinden gidecekler veya gider gibi yapacaklardı. Sonunda karşı çıkmaya ve eleştirmeye devam etme külfet ve maliyetine katlanan bir iki kişi kalacaktı. Takım’ın raporlarına bakacak olursak, orada Azınlıktaki komünistlerin nasıl püskürtüldüğü ve Yunan Yönetimi’nin Azınlık içindeki kadrosunun nasıl bertaraf edildiği gibi kahramanlıklar anlatılıyordu. Azınlığa kızıl külah giydirmeye kararlı azılı komünistlerin ve Yönetim’in kadrosunu oluşturan Azınlığı satmaya hazır hainlerin bulunmasının Mafya Takımı için neden hayatî önem taşıdığını da anlayacaktık. Hafiyeliğin böyle çalıştığını öğreniyorduk. 
 
Evet, Takım, diğerleri yanında ve en başta artık kimin milletvekili olacağını da kendisi belirlemek istiyordu. İki büyük partiden PASOK Ahmet Muncura’nın “işgali altındaydı”. Şimdi Y.D.’yi de “kendisine danışmadan” hiç hesapta olmayan Mehmet Şapçılı “işgal ediyordu”. İskeçe’de de benzeri bir durum vardı. Çatlayıp patlaması o yüzden.
 
Koca Kapı için de tehlike çanları çalıyordu (!), Azınlıkta milletvekili seçimi onun denetimi ve tercihleri dışında gerçekleşiyordu. Bu, daimî bir hal almamalıydı. Nitekim 18 Haziran 1989 seçimleriyle her şey yoluna girecek ve tehlikeli gidişe son verilecekti. 
 
Maliye terörü
 
Olayı baştan alalım. SKHOLİASTİS dergisinin “Azınlık üzerinde maliye terörü” diye tanımladığı, aslı olmayan ve gülünç iddialarla esnafa sıra dayağı şeklini alan para cezalarından başka, daha önce bu konuya değinmiştim, kısa bir süre sonra birkaç azınlık üyesine daha özel cezalar geldi. Yıllar hep 1984. Ağır para cezalarıydı bunlar, vergi yasalarını çiğnedi bahanesiyle. Gümülcine’de iki avukat, Adem Bekiroğlu ile Mehmet Müftüoğlu, Kavalalı maliyecilerden dörder kişilik denetimci grupların baskınına uğruyor, iki gün boyunca büroları tiftik tiftik aranıp inceleniyor, maliye defterlerine ve bazı dosyalara el konuluyor ve bir süre sonra verilen cezalar açıklanıyor: Her birine toplam olarak bilmem kaç milyon drahmi. Kesin rakamları hatırlamıyorum, ama 10’ar milyon drahmi ve daha fazla. Adem ile Mehmet’in artık ömürlerinin sonuna dek bu cezaları ödemek üzere maliye için çalışmaları gerekecek. İskeçe’de de bir başka azınlık avukatı Hüseyin Aga aynısına maruz kalıyor, o da maliye tarafından büyük bir para cezasına çarptırılıyor. Daha sonra sıra başka birkaç azınlık mensubuna ve azınlık gazetelerine geliyor. Maliye terörü, Dışişlerinden Yannis Kapsis’in bir fikriymiş diye söylendi. Başka kimin olabilirdi ki? İletilen mesaj: Kimse güvende değil, “Bir sabah ansızın gelebiliriz”.
 
Ben maliye terörünün daha önce hedefi olmuştum, ama bu çerçeve dışında ve Yaka Direnişi yüzünden. Muayenehanemi açalı tam bir yıl olmuştu, bir gün sabah sabah saat 8’de (!) içeri giren iki kişi kendilerini maliye denetimcisi olarak tanıtıp tuttuğum maliye defterlerini denetlemeye geldiklerini söylediler…
 
Ceza yiyen azınlık bireyleri kimlerdi, kaç kişiydiler, her birine ne kadar ceza kesildi, isimler ve sayılar hakkında kesin konuşamıyorum. Zira bunların hiçbir yerde “resmî kayıtları” yok. “Devlet sırrı” gibi saklamış (!) ve açıklamamışızdır. Bir gün Azınlığa yapılan baskıların çeşitlerini ve kapsamını anlatan bir kitap yazılırsa, 1984 yılındaki maliye terörüne belki hiç yer verilmeyecek veya oldu mu olmadı mı kuşkusu yaratırcasına belirsiz bir şekilde yer verilecektir, zira belge toplamadık. Azınlık esnafına gelen cezalar konusu Gümülcine Müftülüğü’nde yapılan Yüksek Kurul toplantılarında birkaç kez görüşüldü. 
 
Milletvekili Ahmet Muncura’yla bir enstantane
 
Bu toplantıların birinde milletvekili Hafız Yaşar’ın cezalar konusunda Maliye Bakanına gönderdiği protesto telgrafı okundu. Öbür milletvekili ise, iktidar partisi PASOK’tan, Ahmet Muncura, bu telgrafa imza etmeyi reddetmiş. Kendisi bir başka protesto metni göndermeyi de kabul etmiyordu. Bunun üzerine sözü ben aldım ve “görevden kaçma” konusunda bir “nutuk” çektim, Ahmet’i hedef alıyordum, ama genelleme yaparak, eleştirim doğrudan şahsına karşı değildi. Eleştirilerimin sık sık sert olduğu söylenir, ama bel altı vurmam ve kişilere küfür ve hakaret etmem. Bir ara Ahmet bana “Sen bana kahpe diyemezsin!” diye bağırarark salonu terk etti. Şaşırdım, çünkü böyle bir sıfat sarfetmemiştim. Ahmet Müftülüğün bahçesine çıkmış, oradan bağırıyordu: “Bana kahpe diyen kahpedir!” Daha önce de işaret etmiştim, bir ara Ahmet Muncura toplantılarda beni görünce sinir krizi geçiriyordu. İktidar milletvekiliydi, ona belki biraz fazlaca yükleniyordum, sorumluluğunu hatırlatarak.
 
Azınlık Mafyası Koca Kapı’nın direktifiyle Yüksek Kurulu dağıtmamış olsaydı ve Halk Meclisi şeklinde geniş katılımlı toplantılar yapılmaya devam etseydi, bugünkü iktidar milletvekilleri Mustafa Mustafa’ya, Ayhan Karayusuf’a ve Hüseyin Zeybek’e zor anlar yaşatacaktık (!), ama öbür yandan Azınlıkta demokrasi, sorumluluk ve hesap verme duyguları gelişecekti. Ve milletvekilleri de iş yapacaklardı. Hem de gözüm doldu, Türkiye’ye demokrasi yerleşmeden Azınlığa da yerleşmeyecek. Ayrı ülkeleriz, kader birliğinin bu çeşidine isyan ediyorum. Türkiye’ye demokrasi gelmesini beklemeden Azınlığa demokrasiyi getirebiliriz diyenlerin çoğalmasını bekliyoruz.  
 
Kabul edilmeyen öneri
 
“Υüksek Kurul bir çağrı yapsın, kendisine haksız ve asılsız iddialarla ceza kesilen esnaf maliyeden gelen celpnameleri Müftülüğe getirsin ve bir kopyesini teslim etsin, orada oluşturulacak bir heyete itirazlarını anlatsın, maliyenin asılsız iddialarını göstersin, ardından bütün bunlar yapılacak bir değerlendirmeden sonra ‘kara kitap’ olarak yayımlansın, heyet ayrıca mağdur soydaşların maliyeye sunacakları yazılı itirazlarını hazırlamayı da üstlensin” diye bir öneri sunuldu (tarafımdan), ama kabul edilmedi. Yorum yapmayacağım. Ana Vatanın ayıplarını örterek onu koruyanlarımız olduğu gibi, Baba Vatanın ayıplarını da gizlemeye çalışan ve onu koruyanlarımız vardı.
 
Maliyeye sunulacak itiraz dilekçelerini yazdırmak için avukat parası olmayan birkaç yoksul soydaş ilgilendiğimi duymuşlar, bana geldiler. Böylece üç değişik kişi adına itiraz dilekçesi yazdım, bunlardan birini burada yayımlamaya karar verdim. Devletin azınlık insanı karşısında nasıl bir dolandırıcı gibi davrandığını görüp güleceksiniz. 
 
Cezalar büyük ölçüde silindi
 
Bir süre sonra mebus Ahmet’in arabuluculuğuyla Atina’da bazı hükümet  yetkililerinden randevu alındı, bir heyet oluşturulup Atina’ya şikayete ve cezaların kaldırılmasını istemeye gidildi. Bu “operasyon” sonuç verdi, ama hiçbir açıklama yapılmadı. Böylece birçok esnaf öngörülen süreç içinde kesilen cezaları ödemeye devam etti, sonra ödemeler durdu. Bu iptal, esnaf cezalarını kapsıyordu. Az sayıdaki o milyonluk cezalara, Müftüoğlu’nun, Bekiroğlu’nun, Aga’nın ve diğerlerinin cezalarına dokunulmadı.    
 
Avukatların büyük cezaları
 
Sonra, Bekiroğlu ile Müftüoğlu’nun itiraz ederek kesilen cezaları indirmek veya silmek için uğraştıklarını işitiyorduk. Artık Selanik’te olduğum için Azınlıkta olup bitenleri de yakından izleyemiyordum. Neyse. Cezalandırma kararı elbette siyasîydi. Ve cezaları hafifletme veya kaldırma da siyasî bir kararla olacaktı. Ne Adem’in, ne de Şapçılı agamın partilerle yakın bir münasebeti vardı. Şapçılı bildiğim kadarıyla uzaktan PASOK sempatizanıydı. 10 milyonluk cezadan sonra Pasokçuluk mu kalır?… 
 
Ardından Adem Bekiroğlu’nun ve İskeçe’de Hüseyin Aga’nın cezaları itirazlardan sonra hafifletiliyor, Mehmet Müftüoğlu’nunkiler ise muhafaza ediliyormuş diye söylentiler geliyordu kulağımıza. Mehmet Müftüoğlu’nun kendi ağzından dinlediklerim şöyle: Ceza sorununa siyasî bir çözüm (!) aramak amacıyla ana muhalefet Y.D.’ye yaklaşmak ve oradan destek istemek aklından geçer. Bu konuda kendisini teşvik edenler vardır. Y.D. ile yakın ilişki kurar, partinin etkinliklerine katılmaya başlar. Y.D. milletvekili Hafız Yaşar’la dost olur. Hafız Yaşar siyasetten çekileceğini ve bir kez daha aday olmayacağını açıklar. Ve Müftüoğlu’na yerini alabileceğini söyler ve kendisine yardım etmeyi vaadeder. Niyetine girmiştir, ama niyetini gizler. Maliye cezaları yüzünden Y.D.'li olmak zorunda kaldığını ve partiden siyasî destek beklediğini söylemeye devam eder. Takım’ın Koca Kapı’yı da kullanarak adaylığını sabote edeceğinden korkmaktadır, onun için niyetini kimseye açıklamaz. Ve Mehmet Müftüoğlu böylece Takım’ı gafil avladı. Ama adaylığı açıklanır açıklanmaz Koca Kapı’nın şemsiyesi altındaki iki gazete AKIN (Hasan Hatipoğlu) ve GERÇEK (İsmail Rodoplu), hele bu ikincisi, derhal Mehmet Müftüoğlu’na saldırıya ve çamur atmaya giriştiler.

İbram Onsunoğlu / Tiken.net

google-news Ακολουθήστε το paratiritis-news.gr στο Google News και μάθετε πρώτοι όλες τις ειδήσεις.