İLK KARA LİSTE’NİN (1987-1996) DERİN NEDENLERİ –VII – i

Ο Παρατηρητής της πολυφωνίας

TARİHTEN BİR YAPRAK
 
 
18 EKİM 1981 SEÇİMLERİ

 
Aylar öncesinden belli olmuştu, Andreas Papandreu’nun PASOK’u gürül gürül iktidara yürüyordu ve öyle oldu. Seçimleri %48 oy oranıyla PASOK kazandı ve parlamentodaki 300 sandalyeden 172’sini aldı. Gümülcine-Rodopi’de Azınlıktan iki milletvekili çıktı, PASOK’tan Ahmet Mehmet (Muncura) ve Yeni Demokrasi (YD) partisinden Yaşar Mehmetoğlu (Hafız Yaşar). PASOK’un öbür azınlık adayı Hasan Kaşıkçıoğlu idi (ölümü 2006), onun durumunu aşağıda ayrıca anlatacağım. Çoğunluktan da iki milletvekili çıktı, PASOK’tan Dimitrios Vradelis, Şapçılı rençper, ve YD’den Stilianos Bleças, Gümülcineli avukat. İskeçe’de ise Azınlıktan milletvekili çıkmadı.
 
Bu seçimlerde Azınlık ülke ortalamasından değişik hareket etmedi, o da PASOK’a yüklendi. 1981 seçimleri, sanırım, müdahale etti diye Konsolosluğun en az suçlandığı seçimlerdir.
 
18 Ekim 1981 Gümülcine-Rodopi ilinden 4 milletvekilinin çıktığı son seçimlerdi, 1985 seçimlerinden itibaren Gümülcine’de milletvekili sayısı 3’e düşürüldü. 

Hasan Kaşıkçıoğlu'nun adaylığı 

18 Ekim 1981 seçimleri olurken bir yıldan beri memleketteyim, muayenehanem var ve pratisyen doktor olarak çalışıyorum. Gümülcine-Rodopi’de iki PASOK adayından avukat Hasan Kaşıkçıoğlu yakın arkadaşım, Celal Bayar’dan, İstanbul’dan, Selanik’ten. Aile dostluğu da var, aileler birbirimize gidip geliyoruz. Hasan, aynı zamanda dava arkadaşım, benim için bu durum ayrıca önemli ve ağırlıklı. Celal Bayar’da öğrencilik yıllarımızdan beri “azınlık davası” bizi birbirimize bağlıyor, azınlık sorunları nasıl aşılacak, azınlık toplumu nasıl ilerleyecek ve gelişecek, bize düşen görevler, hangi mücadeleleri vermeliyiz. Buna “azınlıkçılık” diyoruz.
 
Hasan, arkadaş canlısı, özverili, yürekli, kendisine güvenebileceğin bir arkadaş, azınlıkçı. Ama bir huyu rahatsız etmeye başlıyor. Hasan sıkılmaya ve zorlanmaya gelmiyor, sorumluluk altına girmeye yanaşmıyor, sıkıntılı ve sorumlu işlerden kaçıyor, onları başkasının yüklenmesini bekliyordu. Ve bu huyu düzelmek yerine yıllar geçtikçe sivriliyordu, ondan daha yüksek beklentilerimiz olan beni ve diğer yakın arkadaşlarını üzerek. Belki bir özgüven sorunuydu. Onun şimdi burada “psikografima”sını yapacak değilim.
 
Seçimler daha ufukta görünmüyordu, 1981’in ortaları olmalı, Hasan bana PASOK’tan milletvekili adayı olmak istediğini söyledi ve fikrimi sordu. “Orfeas” otelinin salonunda konuşmuştuk, hatırlıyorum. PASOK’a girmiş, orada çevre edinmişti. Listeye iki aday gerekliydi, biri bir önceki seçimlerde (1977) aday olan Ahmet Muncura olacaktı, diğeri kendi olabilirdi.
 
Ben eski Pasokçu, 1974’te yerel PASOK’un “kurucularından”, 1975 belediye seçimlerinde Azınlık aleyhindeki o rezilliklerde yerel PASOK’un baş rolde oynadığını gördükten sonra partiyle ilişkilerimi kesmiş, bu arada öğrendiğim yeni şeylerle PASOK’tan iyice soğumuştum. Yalnızca ben değil. 1974’te PASOK’ta kalabalık bir öğrenci grubuyduk, Azınlıktan bir tek bendim, bir yıl sonra en faal olanlardan bir çoğumuz ayrılmıştık, Vasilis Fetvaçidis, Sotiris Pupuzis, Stavros Papanastasiu, ben…
 
Hasan’ın milletvekilliği görevini üstlenmek için hazır olmadığını görüyordum. Nedenlerini sayabilirim. O, eline böyle bir fırsat geçeceği için bunu değerlendirmek istiyordu. Madem soruyordu, fikrimi söyledim, “Hayır Hasan, aday olma. Bu maceraya girme, hayatının şekli değişecek, bunun ne kadar farkındasın ve buna ne kadar hazırsın bilemiyorum.”… “Fakat aday olursan, bil ki ben senin yanında olacağım ve sana elimden geldiği kadar yardım edeceğim.”
 
Diğer yandan Hasan hazır değildi de Ahmet Muncura daha mı çok hazırdı? Veya Hafız Yaşar? Nihayet, derler ya, her yiğidin gönlünde bir arslan yatarmış.
 
Hasan’a karşı bir minnet borcum vardı. 17 Kasım 1973 tarihinde Cuntaya karşı Teknik Üniversite ayaklanmasında Selanik’te yakayı ele verdiğimde ve Asfalya bodrumlarında bir hafta tutuklu kaldığımda arkadaşlar içinde benim için en çok koşuşturan ve yırtınan o olmuştu, hiç unutabilir miydim?
 
Hasan 1981’de aday oldu ve adaylığı daha sonra tahmin ettiğimin aksine yaşamını olumsuz yönde etkilemedi. O seçimlerde milletvekili de seçilmişti, ama yediler, daha aşağıda bu olayı da anlatacağım. Daha sonraki seçimlerde de hep PASOK’tan aday olmak istedi. Ancak PASOK daha çok oy getirecek bir başka isim bulmuştu, Galip Galip. Galip’in tercihinden sonra Hasan partisine küstü, ama belli etmedi. PASOK, Azınlığa baskı ve ayrımlarda belki Sağı arattı. Ancak Sağdan farklı olarak partiye sadakatla bağlı olan azınlık mensuplarının elinden tuttu, onları terketmedi, Ahmet Muncura’yı da, Hasan Kaşıkçıoğlu’nu da ve daha başka isimleri de. Hasan, daha sonraları PASOK çatısı altında yerel yönetimde gerek belediye gerekse vilayet düzeyinde görevler aldı. 

Seçimlere kişisel katılımım 

Hasan Kaşıkçıoğlu PASOK’tan aday oldu. Gelip kendisine yardım etmemi istedi, köylere propaganda yapmaya birlikte gidecektik. Bu propaganda çıkışlarında ona refakat eden gruba benden başka avukat Sebahattin Emin Salepçi, bazı öğretmen ve esnaf arkadaşlar katıldı. Oluşturulan destek timi içinde siyasî propaganda konularında en deneyimlisi galiba bendim. Yalnızca basında yazı yazdığımdan değil. 1974 seçimlerinde bir ay boyunca Gümülcine’de olsun İskeçe’de olsun yoğun bir propaganda seferberliği yaşamıştım, köylerde 100’e yakın nutuk (!!) çekmiştim… Hasan’ın basınla ilişkilerini de ben üstlendim.
 
Hasan’ın seçim kampanyasına her gün olmak üzere toplam kaç gün katıldım, 15 gün kadar mı, hatırlamıyorum. Bazı olaylar beni rahatsız etmeye başlamıştı, seçimlere bir hafta kala kampanyadan çekildim. Hasan’la asla bozuşmadan. Seçim günü onu temsilen Kozlukebir kadınlar sandığında sandık başı görevlisiydim. Ama cebimde KKE’li Mustafa Mustafa’dan da tayin belgesi vardı. PASOK adına Ahmet Muncura’nın tayin ettiği bir köylü geldi, Yakup. KKE’den temsilci yoktu, böylece KKE ve Mustafa’nın temsilcisi olmayı tercih ettim.
 
Vilayette “en zor” sandık hangisi diye sormuştum. Kozlukebir kadınlar sandığını göstermişlerdi. Zira orada yerel seçimlerde gece sayım başladığında ışıklar söndürülmüş, sandık kaçırılmış ve oylar çalınmıştı, Kratimen’in adamları tarafından deniyordu. Büyük çoğunluğu Müslüman olan o nahiyede müdürlük için bir Müslüman Mehmet Bekir ve bir Hıristiyan Kratimen çarpışıyordu. 

Sebahattin Emin Salepçi'nin katılımı 

Salepçi’nin Hasan için seferber oluşunu garipsedimse de o zaman üzerinde hiç durmadım. Bir ay boyunca her gece seçim propagandasına çıktı, özel arabasını tahsis etti, her çıkışta 3-4 köy gezerek ve her köyde bir veya iki üç kahvede nutuk atarak. Akşamleyin çıkılıyor ve gece yarısından sonra dönülüyordu, gık demeden. Hasan’dan ve hepimizden daha çok o uğraşıyor, o yoruluyordu. Kendi aday olsa bu kadar olmaz. Öte yandan tamam, Hasan ile meslektaştılar, arkadaştılar, büroları karşı karşıyaydı. Ama Salepçi agam Hasan ile öteden beri iyi geçinemiyordu. Zaten Selaniklilerden iyi geçindiği kaç arkadaşı vardı ki? Mehmet Kaymakçı, Mehmet Bilge ve ben. Sonra Salepçi politikadan ve politikacılardan nefret ederdi, ister azınlık politikacıları olsun, isterse ülke politikacıları. En çok kızdığı bir Yunanlı politikacı varsa o da Andreas Papandreu idi, şimdi onun propagandasını yapıyordu. Azınlık politikacılarını ciddiye almaz, onlarla alay ederdi. Azınlık sorunlarıyla da ilgilenmez, benim ilgilendiğimi gördükçe beni alaya alırdı, “gene Azınlığı mı kurtaracaksınız” diye. Örneğin, 1982’lerde Yüksek Tahsilliler Derneği’ni kurduğumuzda o sırada Azınlıkta kaç yüksek tahsilli varsa, topumuz 25 kişi kadardık, gereken sayıyı tamamlamak için tümümüz katıldık. Kurucu üyeler arasında bir tek Salepçi yoktur, katılmayı reddetmiştir. Seneler sonra, tam 7 sene sonra, üye olmak için başvurmuştur. Talimat üzerine. Psikoloji meselesi. Salepçi’yle Selanik’te iki yıl evdeştik, sonraki yıllar da yakın pareya yaptık, psikolojisini avucumun içi gibi bilirim. Sırlarını da. Koca Kapı mefhumu karşısında nasıl çocuklaştığını da. Onu Hasan Kaşıkçıoğlu lehine bu denli motive edecek ve tanınmaz hale sokacak bir tek güç vardı. O zaman üzerinde hiç durmamıştım. Yeri geldi, bunları şimdi düşünüyorum. Salepçi agam, bildiğimiz Salepçi değildi, kendisine verilen bir “millî misyonu” coşkuyla yerine getiriyordu. 

Gıcık kaptığım olaylar 

Ardından gıcık kapmaya başladığım olaylar geldi. Hasan benden daha ilk gün seçim beyannanesini yazmamı istedi. Hay hay, yazdım. Ama bana göre, niye milletvekili olmak istediğini, azınlık sorunlarını nasıl gördüğünü, nasıl mücadele edeceğini ve benzeri şeyleri anlattığın seçim beyannamesi o kadar kişisel bir meseleydi ki, bir başkasına havale edilemezdi. Kendisi yazıp ta gelse ve sorsa, “İbram nasıl buluyorsun, sana göre eksik veya hatalı bir nokta var mı?” dese, tamam.
 
Akşamları bir bir Türk köylerini dolaşmaya başladık, kahvelerde konuşuyor ve Hasan Kaşıkçıoğlu’na oy istiyorduk. Konuşanlar Salepçi agam ve ben. Hasan, iki cümleyle işi bitiriyor ve arkasını getirmiyordu, bizim söylediklerimizle yetinerek. İlk günlerin tutukluğu dedik, daha sonra açılacak, ama bir türlü açılmıyordu. Sanki aday olanlar Salepçi ile ikimizdik, dıştan bakanlar öyle sanacak. Bu durum grupta homurdanmalara yol açtı, ama Hasan düzelmedi. Her şeyi biz ikimizden bekliyordu. Ve Hasan’dan kaynaklanan can sıkan daha başka ufak tefek olaylar.
 
Sonra beni asıl sıkan bir başka durum vardı. Ben PASOK propagandası yapmak için elverişli insan değildim. Pasokçuluğu çoktan terketmiştim. Benim PASOK’a yaklaşımım eleştireldi, kendi kişisel deneyimlerim olumsuzdu ve orada azınlıksever bir şey göremiyordum. Yunanistan için vaadedilen değişikliğin Azınlığı da kapsayacağına inanmıyordum. Bir sosyalist PASOK iktidarında belki bize baskı ve ayrımlar biraz hafiflerdi, belki. Ama parti içinde öylesine şöven ve ırkçı görüşler hakimdi ki, umutlu olmak için çok kanak olmak gerekiyordu. PASOK’a oy istiyorduk, ama ben konuşmalarımda partiden söz etmekten kaçınıyordum, azınlık sorunlarının Azınlığın kendi mücadelesiyle aşılacağını anlatıyordum. Bu vicdanî sorun birkaç olayla daha da büyüdü, dayanılmaz bir hal aldı. 

Hasan’ın Yeşil Kitabı 

1981 seçimlerinde Azınlıktan iki PASOK adayı Ahmet Muncura ile Hasan Kaşıkçı’nın seçim öncesi kampanyalarından hatıralarda ne kaldı diye soracak olursanız, Ahmet’ten “halkın adamı” sıfatı, Hasan’dan “PASOK’un yeşil kitabı” cevabını alırsınız. Gerçi o kuşaktan az kişi kaldık, yeni kuşaklar bunları bilmez. Yeşil Kitap, yeşil yazılarla PASOK’un seçim bildirgesi ile 3 Eylül bildirgesini içeren bir broşürdü. Hasan her gittiği yerde elinde bu yeşil kitabı sallıyordu. Orada bütün vatandaşların yasa önünde eşit olacağından söz ediliyordu, bu kayıtın altı çizilmiş ve kahvelerde herekese açıp gösteriliyordu. Özel olarak Azınlık için konulmuş bir hükümdü bu ve “bizim çabalarımız sayesinde girmişti”. PASOK iktidar olunca ayrımlar kalkacaktı… Eh, politika yapıyoruz, o kadarcık yalan söylemeyelim mi? Ama ben gıcık kapmaya devam ediyordum.
 
Devamı yarın…
 
İbram Onsunoğlu / Tiken.net

google-news Ακολουθήστε το paratiritis-news.gr στο Google News και μάθετε πρώτοι όλες τις ειδήσεις.