İki 29 Ocak ile “İsonomia-İsopolitia” Gerçeği -4-

Bir önceki yazımızı imza kampanyasının yürütülmeyişinin ana ve belirleyici nedeni, Türkiye’de hukuk devleti uygulamasında ve Batı Trakya Müslüman azınlığı politikasında görülen zaaftır gözlemimle bitirmiştim.
 
Bu zaafın nasıl kendini belli ettiği hususuna geçmeden önce, imza kampanyasının amaçları neydi ve hangileri gerçekleştirildi sorusunu yanıtlayalım.
Kampanyanın amaçları şunlardı:
1.  Azınlığın şikâyet ve taleplerini  Yunan Meclisi’nin gündemine taşımak.
2.  Azınlık halkını hak ve görevleri konusunda bilgilendirmek.
3.  Seçilmişlerden oluşan Azınlık Temsilciler Kurulu’na tüzel kişilik kazandırmak.
4.  Seçimler öncesinde ön seçimle adayları belirlemek.
5.  Basın alanında günlük gazete için kurumsallaşmak.
Bu amaçların hiç biri gerçekleştirilmedi. Gerçekleştirilmiş olsaydı, iki 29 Ocaklar meydana gelmiş olmayacaktı.
İmza kampanyası yürütülmüş ve onbinlerce imzalı dilekçe, Komisyon’un belirttiği gibi, Yunan Meclisi’ne sunulmuş olsaydı,  26 Ocak mitingi yapılmayacak, iki 29 Ocaklar’daki “şiddet olayları” da yaşanmayacaktı.
Müslüman azınlığına karşı uygulanmakta olan ayrımcı ve baskıcı politikaların Başbakan Miçotakis’in ağzından Yunan Devleti’nin resmi itirafı olan “isonomia-isopolitia (yasalar önünde eşitlik ve eşit vatandaşlık)” iki 29 Ocak’lar  yaşanmadan, demokratik yoldan sağlanmış olacaktı.
İmza kampanyası neden yürütülmedi?
Bunun başlıca nedenleri şöyle sıralanabilir:
1. İmza kampanyası fikri solcu Aydın Ömeroğlu’ndan çıkmış olduğu için, başta Hasan Hatipoğlu, Mehmet Emin Aga ile İsmali Rodoplu üçlüsü kampanyayı içten baltaladılar.
2.  Bu üçlünün etkisinde kalan işçi Derneklerinden bazıları, imza kampanyası olayını Batı Trakya’da takip etmek için yazılı yetki verilmesi talebimi kabul etmedi.
3.  Sadık Ahmet’in kendisine herhangi bir yetki verilmediği halde, Yüksek Tahsilliler Derneği sekreteri olarak Yönetim Kurulu’na bile haber etmeden “boş kâğıda” imza toplaması. Bilindiği üzere, bu eyleminden dolayı tutuklandı. Suçluysa, mahkemece cezasının verilmesi gerekirken, mahkemeler oradan oraya taşınıp ertelenmek suretiyle “kahramanlaştırılmasına” çanak tutuldu.
4.  11 Ocak 1988 Pazartesi günü, Pazarkule hudut kapısından sınır dışı edildim. 13 Ocak 1988 tarihli “Türkiye”  gazetesinde, “siyasi ve idari yönden sakıncalı bulunduğum için” İçişleri Bakanlığı’nın emriyle sınır dışı edildim.   14 Ocak 1988 tarihli “GÜNAYDIN” gazetesinde Türk polisi arasındaki fotoğraf eşliğinde, “Yunan casusu sınır dışı edildi.” haberi yayımlandı.
Bu noktada, Türkiye’de hukuk devleti uygulamasındaki zaaf kendini belgesel olarak ortaya koyuyor. Şöyle ki: Yunan casusu idiysem, polis beni neden mahkeme huzuruna çıkarmadı ve herhangi bir mahkeme kararı olmadan seyahat özgürlüğümü elimden aldı? Bu yetmezmiş gibi, hiçbir delil olmadığı halde şahsıma karşı o iftirayı neden attı?
5.  17 Ocak 1988 tarihinde Azınlık Yüksek Tahsilliler Derneği Genel Kurul toplantısı yapıldı. Toplantıda sözlü ve yazılı olarak maruz kaldığım iftira olayı ile Dernek Yönetim Kurulu’nun ilgilenmesi için müracaat ettim. Bu sırada, Ahmat Hacıosman elindeki “GÜNAYDIN” gazetesini bazı üyelere gösterirken, Sadık Ahmet  ise “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.” sataşmasında bulundu. Yıllar sonra bir sohbetimiz esnasında doktor Hikmet Cemiloğlu Rodoplu’nun dilekçemi “hasır altı ettiğini” söyledi.
 
Bu belgesel bilgiler ışığında, şimdi, imza kampanyasının yürütülmeyişinin ana ve belirleyici nedeni olarak Türkiye’nin Batı Trakya Müslüman azınlığı politikasındaki zaaf üzerinde duralım.
 
Batı Trakya’nın Türk nüfusu kendilerine sorulmadan, iradeleri dışında Lozan Barış Konfeansı’nda azınlık olarak Yunanistan’da bırakıldı. Lozan Antlaşması’na taraf Devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin Batı Trakya Müslüman azınlığına karşı hukuksal sorumlulukları var. Bunların en başında geleni, Antlaşma’nın “mütekabiliyet ilkesi” uyarınca sözkonusu Azınlıklara tanımış olduğu haklar konusundaki sorumluluğu. Bu bağlamda Müslüman azınlığının Yunan yönetiminin ayrımcı ve baskıcı uygulamalarına karşı yürüttüğü yasal ve demokratik mücadeleyi desteklemek.
 
Türk devletinin Müslüman azınlığının yasal ve demokratik mücadelesini destekleyen politikası, Avrupa Konseyi ile Parlamentosun’da Azınlığın hakları ile ilgili yürütülen çalışmalara düşünsel ve eylemsel olarak önderlik eden Aydın Ömeroğlu’na o menfur iftirayı atarak sınır dışı etmek mi olmalıydı?
 
Türk devleti demokratik hukuk devleti olmanın ve Batı Trakya Müslüman azınlığına karşı hukuksal sorumluluğu içinde hareket etmiş olsaydı, Aydın Ömeroğlu’nun, bırakın sınır dışı edilmesini, desteklenmesi gerekirdi.
 
Türk devleti beni sınır dışı ederek ve bana o iftirayı atarak kendi ne kazandı, Müslüman azınlığı ile Türk-Yunan ilikilerine ne kazandırdı?
 
Bu soruyu yarınki yazımızda yanıtlayacağım.

google-news Ακολουθήστε το paratiritis-news.gr στο Google News και μάθετε πρώτοι όλες τις ειδήσεις.