“HARMANLIK MAHALLESİNE OKUL İSTİYORUZ” HAREKETİ VE İLK İMZA KAMPANYASI – 2

TARİHTEN BİR YAPRAK
 
“Okul istiyoruz” hareketinin Azınlık içinde karşılaştığı sorunlar, bana bir ölçüde Azınlıktaki ilk genel imza kampanyası girişimini anımsattı. O olayla ilgili sağda solda bir sürü kayıtlar var da, bir de ben bir özetini yapayım dedim. Aklımda kaldığı şekliyle, hiçbir kaynağa başvurmadan. Bir dostum, dede olarak eski hikayeleri anlatmak ağzına yakışıyor demişti, bu sözden cesaret alarak.
1980, BTT Azınlığının baskı ve ayrımlara ve yönetsel önlemlere karşı kollektif mücadelesini örgütlemeye başladığı yıldır. Bu mücadele, o zamanki yeni vakıflar yasasına karşı çıkmakla başladı ve İnhanlı Direnişi ile devam etti. Ardından Yaka Direnişi geldi. Sonra Şapçı ovasında yapılması kararlaştırılan açık hava hapishanesi için dev kamulaştırmaya karşı, daha sonra azınlık liselerinde sınavlarda değişikliğe karşı, azınlık esnafına uygulanan maliye terörüne karşı verilen kavgalar gibi daha küçük çapta eylemler oldu.

Bu amaçla Gümülcine Müftülüğünde “halk meclisi” niteliğinde geniş çaplı toplantılar yapılıyor, tartışmalar oluyor ve kararlar alınıyordu. Birçok kez heyetler oluşturulup Atina'ya bakanlıklara gidildi. Daha sonra birkaç kez İskeçe Müftülüğünde de aynı toplantılar oldu. Gümülcine Müftüsünün başkanlık ettiği bu halk meclisine Azınlık Yüksek Kurulu adı verildi. Ancak en büyük iki direniş, İnhanlı ve Yaka direnişleri, Yüksek Kurul tarafından değil de, o sorunlarla karşılaşan halkın kendisi tarafından başlatıldı ve yürütüldü, tabiî bazı kişilerin öncülüğünde. Yoksa, direnişleri örgütlemeyi Yüksek Kurul üstlenseydi, “bi bok olmayacaktı”. Νiye olmayacaktı, ve daha sonra Yüksek Kurul (daha doğrusu Azınlık Mafyası) da müdahil olunca niye iki direniş te batağa saplandı, bunları ayrıca anlatmam gerekecek, ama yeri değil.
Azınlığa çoktandır dayatılmış bugünkü realiteden çekilerek, insanın ilk sormak istediği soru şu oluyor: Peki, Koca Kapı bütün bu yukarıdaki eylemlerin neresinde? Önce hiçbir yerde,… ister inanın, ister inanmayın. İlk bakışta hiçbir yerde Koca Kapı'nın izini göremiyordunuz. Azınlık kendi başına ve başına buyruk. Toplantılar Azınlığın inisiyatifiyle oluyor. Bugünkü gibi hiç tartışılmadan önceden dikte edilmiş kararlar onaylanmıyor. Şiddetli tartışmalar oluyor, bazen kavgaya dönüşüyor, görüşler ve öneriler çarpışıyor. Kınama ve muhtıra metinleri hazır gelmiyor, onları biz kendimiz hazırlıyoruz. Ufak tefek masraflar ya Müftülüğün kasasından ya da daha sonra bir ianeyle toplanan paralardan oluşturulan fondan karşılanıyor. Atina'ya heyet ziyaretleri az masraflı olmuyordu.

Benim çok sonradan Azınlık Mafyası diye adlandırdığım Takımın üyeleri, değişen bir yoğunlukta etkileyip sürükledikleri kişilerle birlikte, daha ilk günden itibaren dolap çevirmeye başlamışlardı. Ancak bir halk meclisinde kararlar sonunda oy çokluğuyla alındığı için, Takım pek öyle çoğunluk sağlayamıyordu. Bu kez etkiledikleri müftüyü kullanarak, bazı kişileri menederek ve istedikleri kişileri çağırarak toplantı düzenlemeye çalıştılar. Zaman geçtikçe foyaları ortaya çıkıyordu. Yüksek Kurul toplantıları kurallara bağlansın, bir tüzük hazırlansın önerisi, Mafya Takımının itirazlarına rağmen kabul edildi. Tüzük için oluşturulan heyet, Takımın sabotajıyla daha ilk toplantıda dağıldı… Müftü bile, Takımın elinde bir çeşit rehin, onların samimiyetsizliğinin farkına vardığını fısıldıyordu kulağıma gizlice.

Yüksek Kurul, demokratik bir örgütlenme şekli olarak, Takımın döndürdüğü dolaplara rağmen, genelde olumlu işlev görüyordu. Sorunlar tartışılıyor, görüşler çarpışıyor, kavgalar oluyor, eylem kararları alınıyor, kararlar uygulanıyor veya uygulanmıyordu. Yüksek Kurul, Azınlığın bir karar merkezi olarak gelişiyordu. Bu durumdan rahatsız olanlar vardı. Bizim dikkatimiz tabiî Yunan Yönetimi üzerinde toplanmıştı.

Mücadelemiz Azınlığa uygulanan ve nefes aldırmayan yönetsel önlemlere karşıydı. Peki ya Koca Kapı'nın tavrı? Ve varlığını sonraları farkettiğimiz Azınlık Mafya Takımı, duruma göre Konsolosluk tarafından kullanılan veya Konsolosluğu kullanan Takım?
“Koca Kapı, Azınlık toplumunun varlığını hedef alan yönetsel önlemlere karşı yürütmeye başladığı mücadelede Azınlığın doğal müttefiki ve destekçisidir. Türkiye'den hazırı beklemeden örgütlenip kendi başına mücadele vermesini en başta o arzu etmektedir…” O zamanlar başka türlüsünü düşünemiyorduk. Baştan bu inançla yürüdük. Yaşadığımız süreci uzun uzun anlatacak durumum yok, kabul etmek istemeye istemeye sonradan şu hükme vardık: Koca Kapı için öncelikli olan, azınlık sorunlarının çözümü değil, Azınlığın denetimidir.

Yüksek Kurul, denetlenmeyen ve denetlenmesi zor olan hatta mümkün olmayan bir organdı. Ve ne yapacağı öngörülemeyen. Neden öyleydi, ayrıca anlatmam gerekecek, yeri değil. Sonra,… bir halk meclisi gibi işlerken sol ve komünizm kokusu yayıyordu çevreye. Takımın burnu hassas, komünist kokuları alıyordu, nasıl şimdi FETÖ kokuları alıyorsa. Burada profesyonel hafiyelerden söz ediyoruz, maddî ve manevî kazanımlarını gerekçelemek için duyup görmediği zaman uyduran. Bütün bunlar nedeniyle Yüksek Kurul ortadan kalkmalıydı. Ama Azınlık içinde popülerlik kazanmıştı, onun için “usulüyle” lağvedilmesi gerekiyordu. Özetle, 1984'ün sonunda Yüksek Kurul tamamen Azınlık Mafyasının egemenliği altına girmiştir, direnişsiz, Gümülcine'de Hasan Hatipoğlu'nun ve İskeçe'de Mehmet Emin Aga'nın. Direnişsiz, zira Koca Kapı adına hareket eden örgütlü ve profesyonel, yani bu iş için ödenen Takıma karşı hiçbir muhalefet örgütlenmemişti. Takım önceleri Yüksek Kurulda hep yeniliyordu, ama asla örgütlü ve hazırlıklı bir hareket sonunda değil. Öyle, rastgele, yaptığı ve gizleyemediği “puştluklara”  tepki yüzünden, diğerlerinin ahlakî refleksleri yüzünden. Yenmek ve yenilmemek bizim kaygımız değildi, Takımın kaygısıydı, o hesap veriyordu, biz değil. İnsan bir yerde yoruluyor. Son tahlilde karşına Koca Kapı çıkıyordu. Hiçbirimizin Türkiye ile kavga yapmaya niyeti yoktu. Canımıza tak deyince onu da yapacaktık. Ben ise 1984'ün sonlarında Selanik'e ihtisas yapmaya gitmenin hazırlıkları içindeydim.

1984'ün sonlarından itibaren Yüksek Kurul Takımın salt egemenliğindedir ve esasında lağvedilmiştir. Yine de son derece denetimli birkaç toplantı oldu, dostlar alışverişte görsün diye, hatta bir ikisine beni bile davet ettiler. Sonra, artık Yüksek Kurulun adı vardı, kendisi yoktu. Az sonra adı bile yok oldu. Ona hâlâ özlem duyan birkaç kişiyi bilirim. Ben bir yerlerde şöyle bir rapor kayıtlı olduğuna inanıyorum: “Yüksek Kurul diye adlandırılan dentimsiz azınlık örgütü, komünistleşme eğilimi gösterince, başarılı bir operasyonla etkisiz hale getirilmiştir. Onun yerine Danışma Kurulu adında yeni bir denetimli azınlık organının kuruluş hazırlıklarına başlanmış bulunulmaktadır.”

Bu ilk ve yoğun mücadele dönemi, 1980-84, benim memlekete dönüp tekrar ayrılıncaya kadar kaldığım beş yıllık döneme rast geldiği için, yukarıda sözü edilen eylemlerin (daha birçok ağabeyler ve arkadaşlar gibi) tümünde yer aldım ve görgü tanığıyım. Aşağıda anlatacağım imza kampanyasını ise, ben ihtisas yapmak için memleketten ayrıldıktan sonra gündeme geldiği için yakından yaşamadım. Buna rağmen benim de bildiklerim var, onları anlatmakla yetineceğim.

Kamil Sıcakemin ve arkadaşlarının “Harmanlık Mahallesinde azınlık okulu kurulsun” hareketi, bana  bundan 32 yıl önce gündeme gelmiş “imza kampanyasını” nasıl mı anımsattı? Öğreniyorum ki, Kamil'in hareketi, mahallenin kollektif organı olan Derneğin bu konuda hareketsiz kalışına tepki olarak ortaya çıkmış. 1985'te ve daha sonraları, Azınlığın kollektif organları Yüksek Kurul ve Yüksek Tahsilliler Derneği imza kampanyası önerisine evet dedikleri halde bir türlü yürütmeyi üstlenmemeleri üzerine “isyan eden” önce Abdülhalim Dede kampanyayı tek başına başlatmış, daha sonra onu Sadık Ahmet izlemişti. İmza kampanyasını aradaki bu benzerlik yüzünden anımsadım. İmza kampanyası olayında Yüksek Kurul o sırada “bağımsızlığını” yitirmiş ve Azınlık Mafya Takımının (ve Koca Kapı'nın) egemenliği altına girmişti. Şimdi Harmanlık Derneğine de Takım el atmış ve orada egemenlik sağlamışsa, o zaman benzerlik aynılığa yaklaşıyor ve Azınlıkta tarih komedi olarak tekerrür ediyor demektir. Komediye dair şimdilik bir önemli kanıt, İbrahim Şerif'in Kamil'e “Sen kim oluyorsun da…” diye tepkisidir.

1980'li yıllar, Almanya'daki Batıtrakyalılar arasında dernekleşme başlar ve gelişir. Dikkatimi çekmişti, İskeçe'de İnhanlı Direnişi devam ederken bizim Almancılar orada birkaç dayanışma yürüyüşü düzenlediler, Türkiye gazetelerinde ilgili fotoğrafları görmüştüm, birçoğu tanıdık çehreler. Böyle şeyler bizde ilk defa oluyordu. Yine Almancılar, Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosunun kapılarını aşındırmaya  başlamışlardı.

Almanya'daki bu eylemleri -imza kampanyası da dahil- öneren ve örgütleyen büyük ölçüde Aydın Ömeroğlu idi. Tabir caizse, böyle işler elinin kınasıydı. Öneri üretmekte üstüne yoktur. O yıllarda orada en çok siyasî mücadele deneyimi olan oydu, üstelik yabancı dil bakımından da donanımlıydı.

Ama çoğa varmadı, Koca Kapı tarafından dışlanmaya maruz kaldı, hem de fena şekilde, hâlâ devam eden. Zaman zaman olayı gündeme taşıdığı için, şimdi yeri geldi, iki cümlelik bir yorum yapmak istiyorum. Aydın'ın kendisinin, dışlanma nedenini bugüne bugün gerçeğe uygun bir biçimde açıklamış olduğunu sanmıyorum. O, dışlanmasını, bir hata ve bu hata sonucu bir haksızlık olarak göredurur. Ve hatanın düzeltilmesini ve haksızlığın giderilmesini -aklanmasını bekler, bunun için çırpınıp durur. Kaybettiği zaman ve enerji boşuna. Zira hata değil, tamamen bilinçli ve kasıtlı bir hareket söz konusudur ve geri alınmayacaktır. Özetle, Koca Kapı'nın azınlık anlayışı ve azınlık politikası, Aydın'ın anlayışı ile birbirleriyle kesişmeyen paralel çizgilerdir. Ve Aydın bunu her fırsatta hissettirir. İkincil başka nedenler de var. Parantezi burada kapatıyorum.
1985'in Temmuz ayı, Almanya'daki azınlık derneklerinden Azınlık çapında bir imza kampanyası düzenlenmesi önerisi geldi.
 
devamı var
İbram Onsunoğlu / Barikat Online

google-news Ακολουθήστε το paratiritis-news.gr στο Google News και μάθετε πρώτοι όλες τις ειδήσεις.