İLK KARA LİSTE’NİN (1987-1996) DERİN NEDENLERİ -XIII

Ο Παρατηρητής της πολυφωνίας

TARİHTEN BİR YAPRAK 
 
Mehmet Müftüoğlu’ndan işlemekte olduğumuz konuyla ilgili milletvekilliği döneminden seçtiğim iki olay anlatacağım. BİRİNCİSİ: Müftüoğlu, BTT Azınlığı üyelerine 1986-87’lerde Türkiye’ye giriş yasağı uygulaması başladığında, şimdiki gibi, azınlık milletvekili sıfatıyla bu sorun hakkında dönemin Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz’la üç kez görüşür ve uygulamanın kaldırılmasını ister. Bazı azınlık ileri gelenlerine, politikacı, gazeteci ve aydınlara Türkiye’ye giriş yasağı konulduğunu Müfütoğlu’nun ağzından dinleyen Mesut Yılmaz’ın ilk tepkisi: “Masaya yumruğunu vurarark hiddetle ayağa kalktı, ‘Olamaz öyle bir şey!’ diye haykırdı…” Uygulamadan haberi olmadığı belliydi.
 
Şapçılı agamız öyle aman aman politize olmuş bir kişi değildi. Kendisine “mücahit” sıfatını da takamayız, öyle bir iddiası zaten yoktu. Belki biraz ilkel, ama katışıksız ve yozlaşmamış bir siyasî kişiliği vardı. Şimdikilerinin tersine. Azınlık insanına Koca Kapı’nın haksızlık ve baskı yaptığı durumlarda, hem de birkaç kez, onunla çatışmaktan çekinmemiştir. Tipik bir muhafazakâr olarak Müftüoğlu’nun solculuk ve komünistlikle uzaktan yakından bir alakası yoktu, ancak komünist oldukları için başta bugünkü mebus Mustafa Mustafa olmak üzere Kara Liste’ye giren diğerlerini de “ay bana bir zarar gelir neme lazım” diye savunmaktan uzak durayım gibi bir düşünceyi aklının ucundan bile geçirmemiştir. Tabiî bu duruşunu burnundan getirdiler. Ama her zaman paçayı kurtarmak, gemini yürütmek midir amaç? İdare-i maslahatçı bir oportünist isen ilk düşüncen tabiî “aman bana bir zarar gelmesin de, başkalarının başına ne gelirse gelsin” olacaktır.
 
Bugün Azınlıkta tarih komedi olarak tekerrür ederken dört azınlık mebusunun haline bir bakın. Vebalı görmüş gibi kaçıyorlar, en başta en görmüş geçirmişi Mustafa Mustafa, Fethullahçı terörist (!!) olarak Türkiye’ye girişi yasaklanan ve hayatı karartılan azınlık mensubu üniversite öğrencilerinden, hatta çocuk yaşta ortaokul ve lise öğrencilerinden, daha başka yüzlerce kişiden ve burada bu suçlamayla işinden atılan kişilerden. Dört mebus, suskunluk ve sinmişlikleriyle Azınlıktaki korku ve terörü derinleştiriyorlar. Ve umurlarında değil. Kendi “gönülleri cennette”, başlarına Müftüoğlu’nun başına gelenlerin gelmeyeceğinden emin olarak. 
 
Mesut Yılmaz’a dönelim. Demek ki tamamen kendi yetki alanına giren bir konuda koskoca sorumlu Dışişleri Bakanı’nın haberi yoktu ve olayı ilk kez Müftüoğlu’ndan işitiyordu. Tepkisinin şiddeti o yüzden. Rol mü yapıyordu yoksa? Sanmıyorum. Rol yaparak ne kadar aciz olduğunu mu gösterecekti? Tamamen anlık bir refleks sonucu samimî bir tepkiydi, kendisini ele verdiğini hesap edemeden. Olayın failinin Derin Devlet olduğunu gösteren başlıca kanıt bu. Yeri geldikçe daha başka kanıtları da açıklayacağız.
 
Hafız Yaşar, Türkiye’de çift başlı iktidar var diyordu. Biri meşru iktidar, öbürü Derin Devlet, karanlık ve kirli işlerin faili, ama daha o zaman bu kavram uydurulmuş değildi. Önümüzdeki ilk seçimlerde BTT Azınlığını Koca Kapı’nın stratejik hedefleri doğrultusunda kullanmak üzere oluşturulan bağımsız listeler, o listelere seçilen adaylar, tüm Derin Devlet mekanizması tarafından tek desteklenen Sadık Ahmet, süs saksısı olarak yararlanılan diğerleri, Batı Trakya’da ve azınlık diasporasında Türkiye ve Avrupa’da yaratılan korkunç hareketlilik ve motivasyon ve eh, bu arada bir de en etkin terör vasıtası olarak Kara Liste, bütün bunlar Derin Devlet’in inisiyatifiydi, önceleri ve uzunca bir süre meşru hükümetin haberi olmadan. Tabiî hemen ardından hükümet bilgilendirildi ve onayını verdi. Ama inisiyatif ve karar alma yetkisi hep Derin Devlet’te kaldı, kirli operasyonu o yönetti.
 
18 Haziran 1989 müdahalesinin azınlık sorunuyla hiçbir alakası yoktu. Koca Kapı, Yunanistan’la arasındaki Azınlığın hiçbir rolü ve katkısı olmayan bir millî sorununu aşmak yolunda Azınlığı kullanıyordu. Böylelikle Azınlığın başına neler gelebileceğini hesap etmeden, daha doğrusu Azınlığın başına bir şeyler gelmesini hesap ederek ve bunu hedefleyerek. Bu kadar mı amoralizm? Evet o kadar amoralizm. Aman bu anlaşılmasın, bu bilgiler sızmasın diye alınan sıkı önlemler. Bu çerçevede uygulanan Kara Liste, yani bazı azınlık fertlerini daha baştan ve çok önceden itibarsızlaştırma gayreti. Kimlerdi bunlar? Azınlığı kullanma planına şu veya bu nedenle karşı çıkabilecek, hayır diyebilecek kişiler. Onlar daha baştan hain ilan edilerek ve itibarsızlaştırılarak, toplum içindeki saygınlıkları ve “millî birliği” bozma şansları ortadan kaldırılıyordu.
 
Birinci görüşmeden kısa bir süre sonra ikinci görüşmede Mesut Yılmaz’ın Müftüoğlu’na yanıtı: “Olayı araştırmaya devam ediyorum.” Üçüncü görüşmedeki yanıtı: “Konunun benim bilmediğim yönleri varmış…” Yani tarafımdan yapılacak hiçbir şey yok, Kara Liste devam edecektir. Türklüğün yüksek menfaatleri (!) bunu gerektiriyor.
 
Mesut Yımaz, Kara Liste’nin lüzumuna ikna edilmiştir. “Sayın milletvekilim, konuyu bana şikayet etme cüretini gösterdiğiniz için ne yazık ki size de milletvekilliğinden düşer düşmez Türkiye’ye giriş yasağı konulacak, hazırlıklı olun ve benden duyduğunuzu kimseye söylemeyin. Bizim devlet böyle çalışıyor. Seni artrık ben bile kurtaramam.” diyebilirdi Müftüoğlu’na Mesut Yılmaz. Kim bilir, belki demiştir.
 
Derin Devlet Mesut Yılmaz’ı nasıl ikna etmiştir? Basit, 18 Haziran operasyonunun amacını açıklayarak. “Sizin sorduğunuz konuya gelince. Kara Liste, operasyonun ayrıntılarından biridir. Hedef, BTT Azınlığı aracılığıyla Yunanistan’a bir mesaj iletmektir. Bak, Azınlığı nasıl kullanabileceğimi görüyorsun. İstersem onu senin başına bela ederim, seni çok zor durumlara sokarım, AB içinde ve uluslararası arenada rezil ederim. PKK'yı barındırmayı ve desteklemeyi bırakmazsan. Kara Liste’ye, ön tedbir olarak, Azınlığı bu şekilde kullanmamıza çeşitli nedenlerle itiraz edip planlarımıza engel oluşturacağını tahmin ettiğimiz ve mutlak denetimimiz altında olmayan kişileri soktuk. Çoğa varmaz, bir 10 yıl sonra, onları affettiğimizi ilan ediveririz, ondan sonra ne varmış ne yokmuş. Bu operasyon sayesinde burdan öte artık Azınlığın tarafımızdan yönetimi de daha kolay olacaktır.”
 
İkna görüşmesinde orada hazır bulunmuşum gibi neler konuşulduğunu tahmin edebiliyorum, ve hayalî diyalogu buraya aktarabilirim.
 
Mesut Yılmaz bazı çekinceler dile getirmiş olabilir mi? Hiç sanmıyorum. Mesut Yılmaz, başka olaylardan zaten derindevletçi bir kafa yapısına sahip olduğunu göstermiştir. Bana göre operasyonun hazırlık ve hedefleri kendisine anlatıldıktan sonra Derin Devlet elemanlarını tebrik etmiştir. Ama haydi diyelim ki bir an için ahlak, adalet, hakkaniyet duyguları kabardı ve sordu: “Peki ama böylelikle Azınlığı Yunan milliyetçiliğinin hedefi yapmıyor muyuz? Buna hakkımız var mı?”… Hayalî diyalogu dizinin sonuna ekleyeceğim.
 
Mehmet Müftüoğlu’ndan İKİNCİ olay: Gümülcine’de boşalan Müftülük makamına Yönetim tarafından naip olarak Hafız Cemali Meço tayin edildikten sonra tek başına Danıştay’da bu tayine itiraz etti. Bu tayinle o zaman daha yürürlükte olan 2345/1920 yasasının ihlal edildiğini hatırlatıyor, tayinin iptal edilmesini ve yasada öngörüldüğü şekilde seçim yapılmasını istiyordu. Yunan Yönetimi Müftüoğlu’nun bu hareketinden çok rahatsız oldu, partisi Y.D. ise daha çok rahatsız oldu. Böylelikle yürürlükteki yasaların Azınlık için geçerli olmadığı belgeli olarak kanıtlanmış oluyordu. Azınlık keyfî gizli genelgelerle yönetiliyordu, yasalarla değil. Bu hareket yüksek mahkemeyi de çok zor duruma sokuyordu. Müftüoğlu, böylesine önemli sonuçlar doğuracak bu itiraz başvurusunu partisine sormadan ve oradan izin almadan yapmıştı. İtirazını geri alması için baskılar başladı.
 
Ama işin garip tarafı, Hafız Cemali’nin tayinine itiraz edilmesinden en çok rahatsız olan Koca Kapı’ydı. Tabiî onunla birlikte Mafya Takımımız. Takımın, hep onu anlatıyorum ya, puştluk ve kalleşlik konusunda sınırı yoktur. Müftüoğlu’nun Yunan Yönetimiyle anlaşmalı olarak Danıştay’a itiraz ettiğini iddia ediyordu. Onun bu hareketi yeni bir ihanet örneğiydi. Böyle çamur atmalar Takımın elinin kınasıydı, aynı zamanda benim bu söylediklerimi Koca Kapı da onaylıyor diye ima ederek. Böylelikle Müftüoğlu’nu itirazı geri almaya mecbur etmek istiyorlardı. Sonunda bizzat Konsolos’un kendisi Müftüoğlu’nu çağırıp o itirazı derhal geri almasını istedi. Türkiye adına daha ne biçim baskılara maruz kaldı, bilmiyorum.
 
Kendisiyle karşılaştığımda, “Aga, itirazını geri çekmeyecektin. Bana göre hata ettin.” dedim. “Yönetimin ve partimin baskılarına göğüs germeye kararlıydım. Beni Türkiye’nin baskısı büktü.” diye yanıt vermişti.
 
Koca Kapı’nın bu tavrını acaba nasıl yorumlasak? Yıllar sonra ve iş işten geçtikten sonra, yani Müftü için seçim öngören hükümler yürürlükten kaldırıldıktan sonra, Derin Devlet, Sadık Ahmet’in Müftülerin tayini hakkında Danıştay’a itiraz etmesine müsaade ediyordu. Davanın kaybedileceğini bile bile. Koca Kapı’nın tavrını yorumlarken bu ayrıntıyı da göz önüne alın. Ve şu ilkeyi: “Amacımız sorunların çözümü değildir, onların süregelmesini sağlamak ve yenilerini çıkarmaktır.”
 
Davanın görüşülme günü geldiğinde Sadık Ahmet vefat etmiştir. Ve dava görüşülmedi.
 
İbram Onsunoğlu / Tiken.net

google-news Ακολουθήστε το paratiritis-news.gr στο Google News και μάθετε πρώτοι όλες τις ειδήσεις.