İLK KARA LİSTE’NİN (1987-1996) DERİN NEDENLERİ –V

TARİHTEN BİR YAPRAK

1977 milletvekili seçimleri
 
Bu seçimlerde askerdim. Memleketin uzağında, seçimleri yakından ve içinden izleyemedim. 28 ay süren askerlik görevi, birkaç hafta ceza olarak ek süre, toplam 29 ay. O zaman öyleydi, hem süre hem de çile bakımından. Şimdiki gibi değil. Orduda askerlik görevini yaparken azınlık mensuplarının maruz kaldığı muamele adeta esir muamelesiydi. Trakya’da, hatta Doğu Makedonya’da askerlik yapmamız yasak, Trakya’dan uzak bölgelere sürülüyoruz. Ben örneğin 24 ay Preveze’de askerlik yaptım. İzin aldığımda Preveze’den Gümülcine’ye o günün şartlarında tam 24 saat yolculuktan sonra varabiliyordum. Sabah 7’de Preveze’de kışladan çıkar, ilk taşıt olarak Preveze Yanya otobüsüne biner, ardından Yanya Selanik otobüsüne, Selanik’te gece bindiğim trenden sonraki gün Gümülcine’de sabah 6 30’da  inerdim. Azınlık mensubu askerlere “idikotita” verilmezdi. Verilen “idikotita” eskiden genellikle katırcı idi. Katırlar ordudan kaldırıldıktan sonra bizimkilerini “tüfekçi” yapmaya başlamışlardı. “Memetlerin” angaryadan ve skopyadan (nöbetten) başı kalkmıyordu. Ben tüfekçiydim. Tıp mezunlarının sıhhıyeye alınması zorunluğu vardı, ben azınlık mensubu olarak istisna edilmiştim, “savaş levazımatı” kolunda tüfekçiydim. Doktorluk yapmamam için, hatta kışladaki revire ayak basmamam için kesin emir vardı. Tıb tahsilimi boşa çıkarmak amacıyla herhalde. Sürekli bir gözetim ve takip altındaydık, casus imişiz gibi. Adeta Türk casusu muamelesi görürdük. Bir ara şöyle bir hareket başlatmak aklımdan geçmişti: “Bize askerde ya insan gibi davranın, ya da münasip değildir diye bizi askere almayın.”
 
Rey defteri olan erlere, isterlerse, oy kullanmak üzere memleketlerine gitmek üzere izin vermek zorunlu, ama bana izin vermediler. 1977 seçimlerini kışlada televizyondan izledim. Memlekette neler olup bittiğinden geç haberim oluyordu.
 
1977 seçimlerinde Gümülcine-Rodop’ta Azınlıktan ilk kez KKE adayı olan rahmetli Mehmet Çolak’la mektuplaşıyorduk. Mehmet, öğretmen okulundan ayrılma, şiir yazıyor ve BTTÖ Birliği’nde sekreter olarak çalışıyordu. Kısa süre önce Konsolosluk çalışanı Recep Karapaça’nın Mehmet Çolak’ı KKE’den aday olması için teşvik ettiğini anlatmıştım, Mehmet’in bana mektubunda yazdığına göre. Şimdi bu olayı göstererek, “işte 77 seçimlerine Türkiye ve Konsolosluğun müdahale ettiğine dair bir kanıt”, diyemeyiz. Bu olay bir kanıtsa, Konsolosluğun müdahale etmediğine dair bir kanıttır. Konsolosluk ve Türkiye’nin Komünist Partisi’ni ve bir komünist adayı desteklemesi eşyanın tabiatına aykırı olduğuna göre, o halde demek ki Recep abi kendi kişisel tercihini ortaya koyuyordu. Demek ki bunu yapmakta özgürdü. Zira bir başka adayı ve partiyi destekleme talimatı çıkmış olsaydı, Recep abi gidip Mehmet’i cesaretlendiremezdi. 1977 seçimleri de 1974 seçimleri gibi müdahalesiz geçmiştir. Memlekette olmadığım için ayrıntılarını bilemiyorum, ama Konsolosluğun seçimlere müdahale ettiğine dair o zaman da şikayet ve kınamaların dile getirildiğini söylemişlerdi.
 
 
Hasan İmamoğlu
 
20 Kasım 1977 seçimleriyle ilgili olarak söyleyeceklerim: Seçimleri yine Yeni Demokrasi kazanır. PASOK, ana muhalefet partisidir. Mavros’un başında olduğu Merkez Birliği partisi dağılma sürecine girmiştir. Dört sandalyeli Gümülcine-Rodop vilayetinden bu kez Azınlıktan iki yerine bir milletvekili çıkar, avukat Hasan İmamoğlu, aşırı sağcı ve kralcı bir yeni parti olan Etniki Parataksi’den. İskeçe’de PASOK’tan o da avukat olan Orhan Hacıibram seçilmiştir. Ancak birkaç ay sonra Yargıtay kararıyla Orhan mebusluktan düşürülür ve yerini Yeni Demokrasi’den Celal Zeybek alır.
 
Hasan İmamoğlu’yla bir diyalog yaptığımızı varsayalım. “Ah be İmam agam, 1974’te ben seni sosyalist PASOK’ta aday olman için azcık mı uğraşmıştım. Sen bulamadın, gittin cuntacı partiye girdin, şimdi de aşırı sağcı ve kralcı bir partiden mebus çıktın. Oysa bizim Azınlığın yeri Sol olmalı. Ama biliyorum, sağmış solmuş senin böyle bir kaygın yok.”… Şimdi İmamoğlu da kalkıp bana demiş olsaydı: “A be İbram kadaşım, dört senedir Yeni Demokrasi partisi iktidarda, Cuntadan farkı mı var? Yarın sosyalist PASOK iktidara gelse Azınlığa farklı mı davranacağını sanıyorsun? Bir devlet politikası söz konusu, partilerin üstünde. Hangi parti olsa ayrım ve baskılar devam edecektir.” “Azınlıkta durumlar nasıl düzelecek be aga?” diye sorsaydım, vereceği, “Hiç düzeleceği yok. Ancak Türkiye’nin baskısıyla, Türkiye ve Yunanistan’ın anlaşmasıyla bir düzelme olabilir.” diye bir yanıt olacaktı. Bu sözlere itiraz edemeyecektim, itiraz etsem bile zaman İmamoğlu’nu haklı çıkaracaktı.
 
“Ya Yunanistan ile Türkiye anlaşamıyorlarsa? Türkiye’nin baskısıyla sonuç alınamıyorsa?” İmamoğlu’nun buna verilecek yanıtı yoktu. Benim vardı. Ben zaten baştan bu veriyle yola çekiliyordum. Azınlık baskı ve ayrımları kendi mücadelsiyle kaldıracaktı.
 
İmamoğlu’nun haklılığı; Azınlığın neredeyse tümü böyle düşünüyordu. Ancak onun haklılığı, yüzeysel ve geçiciydi, derinliğine ve uzun vadede haklı çıkacak olan benim görüşlerim olduğuna inanıyordum. Bu hal, sağcılık ve solculukla doğrudan alakalı değildi belki. Azınlık sorununu “kavrayış biçiminden” ve mücadele anlayışından ileri geliyordu onun haksızlığı, benim haklılığım. Gerçi sorunu “kavrayış biçimine” ve mücadele anlayışına sağcılık ve solculuk ve siyasî ideoloji ile alakasız diyemezsin. İmamoğlu, “devlet politikası bu, değişmez” diyordu, defalarca dinlemişimdir bu hükmünü ve defalarca itiraz etmişimdir. Kaderciliğe ve hareketsizliğe sürükleniyor ve “sen arada işini yapmaya bak, gerisini boşver” diye bir oportünist tavır sergiliyordu. Kişi olarak kavgacı ve yırtıcı olmasına rağmen, Azınlık mücadelesine, toplu hak aramaya inanmıyordu. Onun için İmam agam Azınlık içinde hiçbir toplu hareket başlatmamış ve toplu mücadelelere de katılmadığı gibi dışarıdan desteklemekten bile kaçınmıştır, toplu kavgaların kıyıcığında kalıp içine girmemiştir.
 
Bu yazı dizimizin konusu olan Türkiye’nin Azınlığı “kullanma” ve cezalandırma siyaseti başladığında, 1987, ilk cezalandırıldığını öğrendiğimiz kişilerden biri Hasan İmamoğlu idi. (Gerçi ben de ilk cezalandırılan kişilerden biriymişim, ama Türkiye’ye giderken sınırdan geri döndürülmedikçe cezalandırıldığını öğrenemiyorsun, ve ben Türkiye’ye gitmediğim için öğrenmemiştim. 10 yıl boyunca gitmeyi hiç denemeyerek, sınırdan geri döndürüldükten sonra Mafya Takımını arkamdan kahkaha atmasına müsaade etmek istemiyordum.) İmamoğlu’nda o zaman da aynı karamsar ve kaderci görüş, Türkiye’nin bu müdahale politikasının geçici olmadığını ve kalıcı olduğunu iddia ediyordu. Bu, Türkiye’nin Azınlık konusunda yeni bir devlet politikasıydı ve değişmeyecekti. Yani ne yapsak boşuna. Onun için hiçbir şey yapmamıştır, öfkesinden ve üzüntüsünden kendini yediği halde. Takım, diş bilediği kişilerden biri olan İmamoğlu’nun bu halini gördükçe zevkten dört köşe oluyordu. Ben, onun kendi işini yapmak için, yani şahsına uygulanan Türkiye’ye giriş yasağını kaldırmak için uğraştığına inanıyorum, ama başaramamıştır. Burada da İmam agamın “Ne yapsak olmaz” görüşüne itirazıma rağmen yine de yüzeysel ve geçici olara haklı olduğunu kabul etmek zorundayım. Hele bu geçicilik ömür boyu sürecek olduktan sonra, o zaman haklılığı daha da sağlamlaşıyor. Aradan 30 yıl geçtikyen sonra bugün ben değişmeyen aynı durumu kınamak için kaleme sarılmak zorunda kalıyorsam, İmam agamın gerçekçi, kendimin ise hayalci olduğumu kabul etmem gerekecek.
 
Ama demokrasilerde çareler tükenmez derler ya. “Aga be, Konsolosluğu işgal edip orada bir basın toplantısı yapsak ve bu olanları duyursak, yine de bir şey değişmez mi?” İmam agamda panik.
 
Azınlıksal yaşamı etkilemiş bir kişi ölünce onunla ilgili bir “veda söylevi” (επικήδειος λόγος) yazmayı kendime görev edinmişimdir. Methiye değil, artısı eksisiyle eleştirel bir yazı. Hasan İmamoğlu vefat ettiğinde bunu yapamamıştım. Onunla ilgili lafı uzatışımın nedeni bu. Bu kısa notumu yeniden okuduğumda görüş farklılığımız üzerinde odaklanmış olduğumu görmek beni rahatsız etmedi değil, ama düzeltmeye gitmedim.

İbram Onsunoğlu / Tiken

google-news Ακολουθήστε το paratiritis-news.gr στο Google News και μάθετε πρώτοι όλες τις ειδήσεις.